Birinci sınıfa giden küçük kızım bugün okulda öğretmenine “Benim babam yurtdışında çalışıyor, biliyor musunuz? Ama ben, bizim yanımızda olmasını istiyorum. Niye gitti ki oraya? Keşke yanımda olsaydı. Ona kocaman sarılırdım.” cümlesini kurmuş.
Mesele bununla kalsa iyi. Büyük kızım da öğretmeninin “Anneniz babanız ne iş yapıyor?” sorusuna “Annem öğretmen. Babam da öğretmendi ama artık değil.” demiş. Öğretmen hikâyenin nereye varacağını bilmediği için “Öldü mü kızım baban?” diye yeni bir soru yöneltmiş. Cevap öğretmeni kahretti mi bilmiyorum ama benim yüreğimi dağladı. “Hayır yaşıyor. Keşke ölseydi. O zaman mezarı olurdu ve gider sarılırdım ona. Şimdi yaşıyor ama göremiyorum, konuşamıyorum, sarılamıyorum. Biz buradayız, o çok uzaklarda yaşıyor. Buna yaşamak denirse tabi.”
Bunları ben uydurdum, kızlarımın içinden geçenler belki böyledir diye. Hiç bilmiyorum ki. Neler düşünüyorlar, babalarının hasretini çekiyorlar mı? Geceleri hâlâ babalarının tişörtlerine mi sarılıp uyuyorlar? Yoksa…
Ah bilsem içinizden geçenleri. Sevincinize ve çocuksu hüznünüze ortak olabilsem. Gün boyu yaptıklarınızı heyecanla anlatsanız babanıza. Falan derste şunu yaptık, falan derste bunu. Birinizin cümlesi bitmeden biriniz sözü alsanız. Tek kavgamız “ama ben konuşuyordum” olsa.
Vereceğim harçlığın hepsine simit almış olsanız mesela. Para üstü almayı bilmediğiniz için. Fazla simitleri de çantanıza zorla tıkıştırıp eve getirseniz. Ben size hesap kitap anlatsam biraz. Paranın öneminden bahsetsem. Yuva yıkmaya götürecek kadar önemli olduğundan söz etsem bazıları için.
Sıra arkadaşınızla hiç anlaşamadığınızı söyleseniz. Biraz pasaklı mı, yoksa hiç ders dinlemiyor mu? Ha, bir de oğlanlar biraz haşarı değil mi? Öyledir onlar. Sonra “Öğretmenimiz çok komik” deseniz. Neyse bu bahsi geçelim. Bu anlattıklarınız buraya yazılmaz ki şimdi.
Biliyorum kızım bilmez miyim, haftanın son günü bile pazartesi giyilmiş gibi tertemiz olur sizin kıyafetleriniz. Çantanız ve diğer eşyalarınız hakeza. İncitmekten korkarmış gibi kullanırsınız siz onları. Nazlı ceylanlarım benim. Nasıl sekiyorsunuz okul bahçesinde şimdi kim bilir.
Kitap ve defterlerinizin ne kadar güzel kaplanmış olduğunu gururla anlatsanız. En güzeli bizimkiydi deseniz. Her zaman olduğu gibi. “Ayşe’nin babası çok geç geliyormuş, yapamamış. Hafta sonu kaplayacakmış. Ece’nin babası kaplamış ama çok güzel olmamış. Ha, bir de Deniz babasına hiç yardım etmemiş kaplarken.” Sizin hikayeleriniz uzasa, ben ağzınızdan çıkan cümlelerin güzelliğine dalsam ve gözlerinizde kaybolup gitsem. Hikâye işte.
Hiç olmazsa telefonda birlikte ödev yapsaydık değil mi? Yaptığınız resimleri gösterseydiniz keyifle. “Çok ödevim var baba!” diye ağzını doldura doldura konuşsaydın. Matematik sorularını birlikte daha kolay çözüyordun ya hani. “Yanlış yaparsam babam doğrusunu öğretir nasılsa!” güveniydi bu. Öğretirim ya! Öğreteceğim yine.
Şimdi…
Yazının başındaki hikâyeler kaldı sadece. Onlar da adı üstünde hikâye zaten.
Kızlarıyla aylardır görüşemeyen, içine ata ata içinde yer kalmayan, isyana düşerim korkusuyla dualarında bile kelimeleri seçerek kullanan bir baba…
Ve hiçbir şeye sesini çıkaramayan dünya tatlısı iki kız. Kendilerine ne öğretilirse onu doğru belleyen, “Biz babamızla neden görüşmüyoruz?” sorusunu bile sormayı akıl edemeyen kızlarım…
İçimde her türlü doğal afet var. Bir yanda fırtınalar kopuyor, bir yanda zelzeleler oluyor. Gözyaşlarım sel olmuş katıyor önüne her şeyi. Susmasam kelimelerim dünyayı ateşe verecek. Sizin bu masumiyetiniz hatırına susuyorum.
Bu kadar mola yeter. Haydi, geç olmadan yarım kalan ödevlerimizi bitirelim! Erken yatmalısınız.
Ve sabah erken doğmalısınız dünyama.
Anne baba olmak şu zamanda çok zor. Deli bir mücadele. Ama çocuk olmak da bir o kadar zor. Çocuklarım her gün savas ne oldu, enerji sorunu ne oldu diye soruyor kendi aralarında bile bu konuları konuştuklarına şahit oluyorum. Oysa ki çocukların dünyası gökkuşağı gibi olmalı bu kaygılarla büyümemeliler. İnşallah kızlarınızın çok güzel bir geleceği olur ve tüm emeklerinize değer.
“Anne baba olmak mı zor, çocuk olmak mı?” sorusu geziyor zihnimde iki gündür. Cevap hep aynı. Çocuk olmak daha zor sanırım. Küçücük yürekleriyle dünyanın derdini yüklenmek zorunda kalan çocuklara, çocuklarımıza fazlasıyla üzülüyorum.
Kendi çocuklarım özelinde üzülecek çok daha fazlası var. Allah yüzlerini güldürsün. 🤲
O kadar zor bir durum ki, okurken bile böyleyse yaşarken nasıl hissettiğinizi tahayyül edemiyorum bile..
Rabb’im kimseye yaşatmasın. Başka ne diyebilirim ki! 😔
Ben çocukken babam yazları bir kaç aylığına tatil beldesinde çalışırdı, ilkokula gidiyordum mayıs ortasından eylül sonuna kadar sanırım çünkü okulda zaman zaman ağladığımı bilirim bu ayrılıklar yüzünden.Okul kapanınca biz de giderdik bir aylığına falan ama tek başımıza geri dönerdik.Çok uzun gelirdi bu süre bana, çocuklar özlemeyi daha derin daha büyük yaşıyor sanırım.Aynısını kızımda yaşadı biz ayrılınca, babası varken birden yok oldu.Barışma umudu kalmadığı zaman çocuğuda arayıp sormaz oldu.3 yıl boyunca hiç görüşmediler.Kızlarınız ne hisseder, ne düşünür.. yıllarca ona hiç soramadan yaşadığım duygular tamda bunlardı ,ağladım okurken, en hassas yerime dokundu cümleler..3 yılın sonundaysa ani bir rahatsızlık geçirip hayatını kaybetti. Kızımın içinde dağ gibi bir acı bırakarak belkide. Öylece çekip gitti onu ,ona bıraktığı terkedilmişlik duygusuyla bir başına bırakıp.Ben aylarca yasını bile tutamadım içimdeki öfkeyi bir tarafa bırakıp.İçinizi rahatlatır mı bilmem, kavuşması olmayan özlemeklerde var, sizinki asla bunlardan olmasın.Yine kızlarınıza sımsıkı sarılın. Sevgiler..
Sevgili Aytacrafts,
İçimden geçenleri kontrol etmekte zorlanınca bunun birazını yazıya dökmek istedim. Farkına varmadan sizin yaralarınızı da kanatmışım. Üzgünüm. Acınızı paylaşıyorum demek yetmeyecek biliyorum. Biz bir şekilde alışıyoruz da çocuklar neler yaşıyor bilen yok. Kızınızın yaşadığı yokluğu hissetmeye çalıştım. Bu mümkün değil.
“Kavuşması olmayan özlemekler de var” demişsiniz. Bu duyguyu çok iyi biliyorum. Dördüncü sınıfa geçmişti oğlum. Bir trafik kazasında Rabb’im emanetini geri aldı. Şimdi on yıl var ki üstünde çiçekler büyüyen bir mezarla avutuyorum gönlümü. Dünyanın en huzurlu yeri o mezarın başı.
Sonra diyorum ki “Vuslatı mahşere kalmış ayrılıklar mı zor, vuslatının olup olmayacağını bilmediğim ayrılıklar mı?” Araya ölüm girince mi daha çok koyuyor ayrılık, kulların koyduğu engeller girince mi? Zihnimi kemiren binlerce soru…
İki senedir babalarına sarılamayan kızlarım, yaklaşık altı aydır da sesimden ve görüntümden mahrum ediliyor. Yetmezmiş gibi şimdilerde bir yabancıya “baba” demek zorunda bırakılıyorlar. En acısı da bunları yapanın eğitimci(!) bir anne(!) olması.
Anne babalar arasında ne yaşanırsa yaşansın bunun cezasını çocuklara çektirmek en hafif tabirle vicdansızlıktır. Yorgunum Aytacrafts, yorgunum. Bunları buraya yazarken bile kahroluyorum, utanıyorum ben. Gel gör ki sadece ben utanıyorum.
Rabb’im acılarımızı dindirsin. Kızlarımızın da yüzünü güldürsün inşallah.
Başınız sağolsun, ne diyeceğimi bilemiyorum inanın.Umarım ölümden sonra bir kavuşum vardır.Çocukları anneden veya babadan mahrum bırakırken karşı tarafa mı acı çektirmek amaç. Çocukların ne hissettiğini hiç mi düşünmüyor koca koca insanlar bunu asla anlayamıyacağım.Ki ben bize yaşattığı her şeye rağmen asla çocuğumu mahrum bırakmak istemedim babasından, bana her ne yapmış olursa olsun sonuçta o babası dedim gelsin görüşsünler elimden geldiğince desteklemeye çalıştım,oysa çocuğu barışmak için kullanmaya çalıştı başlarda,amacına ulaşamadığı noktadaysa ondan tamamen vazgeçti, belki beni acıtmaktı niyeti.Sonrası da malum işte..
Ama siz sakın vazgeçmeyin kızlarınızdan.Yasal haklarınız var, kimse çocuklarınızı görmenize, onları aramanıza, konuşmanıza mani olamaz, anlaşarak olmuyorsa, yaptırım yoluyla yapın bunu lütfen.
Bu konu canımı fazlasıyla yakıyor. Artık üzerinde konuşmak bile istemiyorum. Ölümden sonra bir kavuşma mutlak var. Sadece kavuşma değil bir de hesap kitap var. Benim inancım böyle. Eden kendisine eder. Allah büyük.
Kızlarımdan vazgeçmem mümkün değil. Er veya geç kavuşacağız inşallah. Zorla mı olur, güzellikle mi olur onu bilemiyorum. Can yakan, canının yanacağı günü beklesin. Ne diyeyim…