Sevgili Bahriye Elif,
Her birimizin bir diyara savrulup gittiği şu âlemde, bizi bir zamanlar tanıştıran, buluşturan, aynı mekanı paylaştıran Zeybekler’i yad ederek satırlara sarılmak huzur veriyor.
Yaz bitti. Hatta güz de bitiyor takvimler üzerinde. Gerçi Antalya gibi bir şehirde güz biter mi emin değilim. Yaşayıp göreceğiz.
Bu şehrin havasını solurken yazdığım ilk yazı sana kısmet oldu. Daha bunun üstüne kaç satır, kaç metin, kaç sayfa eklenecek düşün artık. Ama bu, ilk olacak. Bir gün edebiyat tarihçileri araştırma yaparken bu yazıyı ilk oluşu hasebiyle ayrıcalıklı bir yere koyacaklar. Belki seni de arayıp bulurlar, birkaç soru sormak için. Lakin biz bunun derdinde değiliz.
Peşinden koştuğumuz değerleri bilen biliyor. Sen de biliyorsun.
* * *
Çok istememe rağmen zamanında bitiremediğim bir yazının paragraf aralarına bir bayram girdi. Bayram girince Tavas girdi. Ayrıldığın ve bir daha hiç oralı olamayacağın bir mekândan hiç ayrılmamış gibi olmak, onulmaz yaralar açıyor kalbimizde. Kalbi olanların anlayacağı…
Her köşe başında karşınıza çıkan yorgun hatıralar… Kaldırım taşlarına adım adım serpilmiş hayaller, umutlar… Yüzleştiğimiz her yüzün biraz daha silikleşmesi… Yolların ve yılların vurdumduymazlığı… Çaresizlik… Acı… Keder… Ama illa kader…
* * *
Geciktikçe gecikiyor sana ulaşacak bu yazı. Bazı yazıların böyle bahtsızlıkları oluyor işte. Bir türlü kıvamını bulamıyor, nihayete eremiyor. Olgunlaşmamış bir meyve gibi de sunmak istemiyorum önüne. Kekremsi tatlar kalmasın dilinde. Ağzında ve gönlünde acı bir tat bırakıp gidecekse niye yoralım kalemi? Kelimelere neden eziyet edelim ki!
İşin evveliyatını düşünecek olursak sadece yazarken gecikmiş satırlar değil bunlar. Kaba bir hesapla en az dört yıl öncesinin satırları. Neden yazılmadığı üzerine o yıllarda kafa yorulmamış. Necatigil’in dizelerinden mülhem cevap verelim biz de: “Yazmaya az buldunuz / Yahut vakit olmadı.”
* * *
Yaklaşık dört ayı bulan bir yazma süresinde ortaya çıkan satırlar beklenmişliğe değdi mi, diye düşünmüyorum. Bu satırları belki hiç beklememiştin. Maksat bizatihi yazının kendi güzelliği olmadığından üzerinde durmuyorum. Çünkü satırların, yazılana ulaştığı anın güzelliği, kelimelerin yan yana gelişindeki güzellikten daha fazla olmalı.
Hep haziranlarda şekillenen cümleler bu kez bir ocak sonunda anlamını bulmayı bekliyor. Hem ne fark eder ki bir ayrılığı, bir vedayı, bir kopuşu anlatacaksa satırlar, haziranda daha sıcak, ocakta daha soğuk mu olacak?
Hasılıkelam içini ısıtabildiyse cümlelerim, ayların önemi yok. Haziran veya ocak, eylül veya nisan…