Memleketin dört bir yanı kar’a teslim oldu. Olumsuzluklar da beraberinde geldi tabi. Kapanan yollar, iptal edilen seferler, aksayan işler…
Neyse ki okullar tatil. Hem eğitim öğretim aksamadı hem de çocuklar karın tadını çıkardılar. Tabi şehirlerde hayatı durma noktasına getiren kar yüzünden birbirine giren siyasileri unutmayalım. Bu kez kesme işareti kullanmadan yazayım ki tartışmanın sığlığına bir katkım olsun: Benim karım senin karını döver.
Kar güzeldir. Şöyle incecikten yağıyorsa hele. Tabiatı bembeyaz bir örtüyle kapladığında. Bütün farklılıkları silip hepiniz eşitsiniz aslında dediğinde. Bir kefen gibi sarıp sarmaladığında biraz.
Kar bir miktar birikince kardan adam yapmak için sokağa çıkış. Kendini adam yapamayanların kar’ı adam etme çabası. “Kardan adam olur, senden adam olmaz” muhabbetleri. Ellerin ve yanakların iyice pembeleştiğini gördükten sonra -varsa- bir sıcak sobanın yanına sokuluş. Sonra içine pekmez katılmış kar yemenin zevki. Belki üstüne bir sıcak salep de içersiniz.
Hepsini defalarca yapmışlığım vardır. Ama ben yağmurcuyum biraz. Kar’ı çok sevmekle birlikte yağmuru daha çok seviyorum. Bu yüzden bugün bilinmeyen şiirlerde Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Yağmur” şiirini paylaşmak istiyorum sizinle. Bu şiiri yağmur yağdığı günlerde kaç kez okudum, gençler benim ağzımdan kaç kez dinledi kim bilir? Yanına bir yağmur sesi de ekleyerek sizi kısacık şiirle baş başa bırakıyorum.
Yağmur
Uyu! Gözlerinde renksiz bir perde,
Bir parça uzaklaş kederlerinden.
Bir ruh gülümsüyor gibi derinden,
Mehtabın ördüğü saatler nerde?
Varsın bahçelerde rüzgar gezinsin,
Yağmur ince ince toprağa sinsin,
Bir başka alemden gelmiş gibisin,
Dalmış gözlerinle pencerelerde.
Ahmet Hamdi TANPINAR
Şimdi yağmurun sesine bırakın kendinizi. Pencerede bir sevgili. Uzaklara dalmış.
İstasyondan yenice hareket etmiş bir tren. Çığlığı daha raylardan silinmemiş.
Eşi dostu uğurlamak için kalkan ellerin bir süre havada asılı kalıp istemsiz yana düşmesi.
Babasız kalan bir çocuğun annesinin bacaklarına sımsıkı sarılması.
Yetim kalan torununu askere uğurlayan dedenin, gözyaşlarını yarım asırlık karısından -hâlâ- saklamaya çalışması.
Sevdiği delikanlıyı memleketine gönderen üniversiteli bir genç kızın, sevdiğini toprağa koymuşçasına hıçkırıklara boğulması.
Kocasını büyük şehre -belki İstanbul’dur- çalışmaya gönderen taze gelinin kocasına “Her gün mutlaka ara ama arada mektup yaz. Kelimelerini öpüp koklamak istiyorum” demesi.
Yağmurun gözyaşlarına, gözyaşlarının yağmura karışması…
Ve “Uzaklarda bir adamın üşümesi; bir kadın dağlara daldıkça.“1
- Şükrü Erbaş, Senin Korkularını Benim İnceliğimi şiirinden ↩︎
Bir yanıt yazın