Sevgili Tahir,
“Neydi bir arada tutan şey ikimizi, birleştiren neydi ellerimizi?”1 Bir okul çatısı altında, bir resmiyetin içinde ne kadar paylaşılırsa hayat, işte o kadardı bizim de paylaştığımız. Ne ki, güzeldi.
Düşündüğümüzden, beklediğimizden -belki de beklemediğimizden- daha hızlı sona yaklaşıyor farkına yeni yeni vardığımız yolculuk. Hüzne batırılmış bir yanı var elbette bütün ayrılıkların. İnanmıyorsanız bekleyin, görün derim. 19 Haziran sabahı bir bitişin başlangıcı olacak. Yaşamadınız.
Her sabah taze bir başlangıçtır, her sabah güneş yeniden doğar. Öyleyse tüm bu bitişler, yeni sayfaların bir müsveddesi olmalı. Zaten hayat bütünüyle karalama tahtası değil mi? En mükemmeli bulduk dediğimiz anda en sona gelmiş olmuyor muyuz? Ümitsizlik yoksa da hayalhanemizde, sona gelindiğinde mükemmeli bulamamış olmak endişelendirmeli bizi. Tozpembe denilen hayatın pembesi gidip sadece tozu kaldığında elimizde, bir avuç biber olmasın gözlerimize serpilen.
17 Haziran’a gelince… (Siz, hiç gelmesin de deseniz!) Öncesi ve sonrası sizin tasavvur ettiğiniz kadar keskin çizgilerle ayrılmıyor birbirinden. Bir bıçağın iki yüzü gibi olacak öncesi ve sonrası. Birinin yaptığından diğeri de etkilenen. Bir yüzü dünse bıçağın, diğer yüzü de yarındır. Ve keskin bir “bugün” sürekli bir yerlerimizi kanatır. Biz bütün acımasızlığına rağmen severiz “bilenmiş bugün”ü. Biliriz ki, “kör bugün”ler yoracaktır bizi.
Bir bıçak keskinliğinde ve acımasızlığında yaşanan bu hayat, dilerim saplanıp kalmaz yüreğimizin tam ortasına!
- Murathan Mungan, Olmasa Mektubun ↩︎