Hayli zamandır kelimelere takılıp kalıyor zihnim. Bir kelimenin köküyle anlamı arasında nasıl bir ilgi vardır, meraktayım. Telâffuz, kelimenin anlamını etkiler mi?
Ya da herhangi bir kavramı bugün kullandığımızdan daha farklı bir kelimeyle karşılasaydık zihnimizdeki çağrışımı yine aynı mı olurdu?
Hüzün kavramı düştü kalemin ucuna. Ağzımızdan çıkan hüzün kelimesi bizi hüzünlendirir mi mesela? Kelimenin telâffuzundaki hüzünlü ifade nereden geliyor dersiniz? Her bir kelime için böyle bir arayışın içindeyim epeydir?
Bayram
Bayramı anlatacaktım size. Ama bu girişi yapmadan bayram biraz zor anlaşılacak gibi geldi. Bayram, bir huzur, coşku, mutluluk kaynağı ise bunu biraz da ‘bayram’ kelimesinden almıyor mu? Coşku dolu bir kelime bayram, kıpır kıpır… Çocuksu bir yanı da var üstelik. Altı harfin arasındaki yakınlık çocuklar arasındaki dostluğu, kardeşliği, çocuk yüzlerinin masumiyetini çağrıştırmıyor mu? Atalarımız bayrama bayram diyerek ne iyi etmişler.
Birazdan bayram gelecek. Birkaç günlük de olsa bütün yüzlerde bir gülümsemeye şahit olacağız. Bütün kaygılar sandıklara kilitlenecek. Birkaç akşam sonunda yine eski bizlere döneceğiz, varsın olsun, böylesi de güzel!
Ya hiç olmasaydı bayramlar hayatımızda? Bütün günler birbirini sıradanlıkla takip ederken araya nasıl da giriverir değil mi bayram? Bir soluk alırız hayat yolunda. Cağaloğlu yokuşunda dinlenen Yahya Kemal gibi, “Biraz nefes alacaktım.” deriz. Sonra yine başlarız koşuşturmaya.
İstasyona girip çıkmış araba gibi olur insan bayramlarda. Beynini ve kalbini pozitif duygularla doldurmuş vaziyette çıkar hayat yoluna. Bir sonraki istasyona kadar da yeter bu doluluk, yetmeli de. Bana yetti hep bunca yıldır.
Gönül depomuzun, bizi bir sonraki istasyona ulaştırmadığı zamanlar olur mu? Belki, hani ‘çok yakan araba’lar vardır ya, onlar gibiyse insan ara istasyonlar bulmalı kendine. Sanırım devrinde kullanılan bir hayat ara istasyonlar aratmaz bize.
Bayram kelimesinde telaş gizlidir biraz da. Harfler oradan oraya koşuyormuş gibi gelir bana. Ama koşuşturma içinde bile bayram, bayram olarak kalır hep. Yaşlıların ‘eski bayramlar’ dediği de budur sanki. Biz o tatlı telaşı ararız, bulamayınca da “Ah, o eski bayramlar!” der hayıflanırız. Aslında bayramlar değildir değişen. Biz yılların verdiği yorgunlukla bir köşeye çekilir, telaşı bırakır, oturaklaşırız sadece. Yani telaş biter, bayram biter, yaşlanırız.
Bayram biraz da sıladır. Ve bu sihirli kelimenin harfleri kadar yakındır sıla ve sıladakiler. En uzağı “b”den “m”ye kadar bir uzaklıktır. Onda bile mesafeleri kapatan sesler vardır. Bugünün nesli bilmiyor bütün bunları. Ne sılada bayram yapmanın mutluluğundan haberleri var, ne de gurbette yaşanan bir bayramın iç burkuntusundan. Hepsi aynı onlar için. Bildikleri veya içine doğdukları tek bayram gerçeği var: Cep telefonlarının kısa mesajlarıyla geçiştirmek bayramları. En sevdiğimiz insandan bile alsak, bir telefonun soğuk yüzündeki ifadeler içimizi nasıl ısıtır? Çoğu da bize ait olmayan cümleler bizden ne taşır karşı tarafa? Söyler misiniz eli öpülen bir annenin yüzündeki sevinci, gözlerindeki ışıltıyı hangi kareye sığdırmak mümkündür? Öptüğünüz elin ruhunuzu saran sıcaklığı yıllarca sürer. Günümüz gençlerinin üşüyen ruhunu ısıtamıyor işte ceplerin hemen sönen ışıkları.
Bayram ve Çocuk
Bayram demek çocuk demektir aslında. Kaygılardan azade bir hayatın her günü bayramken onlar bayramı bir başka coşkuyla karşılarlar. Yeni kıyafetlerin rüyasıyla uyanır onlar sabaha. Başucuna konmuş bir çift çorap, bir çift kundura günün anlamını maddiyatın çok ötesinde büyütür onların gözünde.
Hele her yörenin çocuğuna nasip olmayan bir ‘şeker toplama’ hâdisesi var ki, bütün bayram bundan ibaretmiş gibidir. Erkeklerin bayram namazı için camiye koştukları bir vakit, çocuklar ellerinde birer torba dağılırlar yeryüzüne. Küme küme koşuştururlar, bazen bir akraba ordusu, bazen yakın komşuluklardan teşekkül bir ordu. Her eve uğranır, tek tek. Çaldıkları her kapı bayramı yeniden hatırlar. Kapı kapı bayram dağıtır sanırsınız şeker toplayan çocukları. Bayramınız mübarek olsun ifadesini ilk onların ağzından duyar birçok hâne sahibi. Hele dili bu ifadeyi tam söyleyemeyen ufaklıkların “Bayramınız bayrak olsun.” sözleri… Ne güzeldir benim halkım, benim dilim. O küçücük yaşta anlamını bilmediği ve telâffuzunda zorlandığı ‘mübarek’ kelimesini aynı mübareklikteki bir başka kelimeyle, ‘bayrak’la değiştiriverir. Ve bir bayrak gibi salınmaya başlar bayram bizim göğümüzde. Sanırım küçücük yüreklerde bayram bayrak kadar, bayrak bayram kadar mukaddestir.
Kuşluk vakti, torbalar dolmuş, adımlar ağırlaşmış, büyük bir iş başarmış olmanın gururu yerleşmiştir yüzlere. Sırada toplanan şekerleri aile büyüklerine göstermek vardır. Altından tutulan torba bir anda halının üstüne boca edilir. Bir bayramın bütün sevincini görürsünüz orada. Dede, oğul, torun bir arada yaşansa da bayram sevinci, torunun yüzündeki huzurdur babaya ve dedeye kalan. Çünkü hem baba hem dede birden dönüverirler kendi çocukluklarına. Zaman ne kadar hızlı değişmiştir. Neler yoktur ki torunun bayram torbasında: Kaliteli bayram şekerleri, çikolatalar, gofretler, krakerler, meyve suları, balonlar… En zengin ailelerde bile bu kadarı bir arada zor görülecek kadar çok. Sonra baba döner kendi çocukluğuna, kendi bayramlarına… Kâğıtlı bayram şekerleri lükstendir. Ala şeker (kaba şeker denirdi bir zamanlar, yumuşak olduğu için), Mevlana şekerleri, badem, ceviz, incir, kuru üzüm… Dede bunları bile hatırlamaz doğru dürüst. Kimsenin yiyecek bir şeyi yok ki, dağıtacak bir şeyi olsun. Nihayetinde yaşanamamış bütün bayramlar torunun bayram sevincine katılır, biraz buruk, ama hep şükür dolu.
Yarın bayram. (Aslında bütün yarınlar bir bayram değil mi?) Bir çocuk sevinciyle uyanmak istiyorum sabaha. Torbamı alıp çıkacağım sokağa. Kapısını çaldığım her evden bir şeker alacağım, gülümseyeceğim yüzlere, ne düşüneceklerine aldırmadan.
“Bayramınız bayrak olsun” diyerek!..
Sen de düşüncelerini paylaş!