Sevgili Seda,
Hayatta kaybedilen şeylerin pek çoğu yeniden kazanılabiliyor. Bu yüzden kaybedilenlerin pek azı teessüre değiyor. Yaşayıp öğreneceksin.
İnsanlar hayat aynasına doğru dürüst bakmayı becerebilseler, nelere sahip olduklarını çok daha iyi görecekler aslında. Ama bakmıyorlar/bakamıyorlar. Çünkü bu aynaya bakmak, acıtıyor bizi, yoruyor. Kendimizle yüzleştiriyor. Ne zor şeydir bilsen, insanın kendisiyle yüzleşmesi.
Bir mahşer provasıdır yaşananlar. Başkalarının “gizli”leriyle uğraşacak vaktimiz yoktur. Çünkü kendi gizlilerimiz el âlemin gözüne düşmüştür.
Kendimizle yüzleşirken de bu denli bir çıplaklıktır yaşadığımız. Kendi gözlerimizden kendimizi saklarız. “Biz”in bizce bilinirliğidir çaresizliği artıran. İyi bak göreceksin.
Hiç düşündün mü, neleri tekrardan kazanabiliyor, nelerin bir ömür teessürünü ve tahassürünü duyuyor insan?
Servet? Elbet kazanılabilir. Hatta çoğu kez sağlık feda edilerek. Sonra sağlık… O da elbet kazanılabilir. Ama ne için kaybedildiyse onun fedası gerekiyor genellikle.
Ya namus? Tam bir sınırı çizilemese de bugün, kaybedildiğinde yenisi alınamıyor. Hayatta hiçbir boyanın kapatamadığı bir kara leke(mi)dir o.
Sonra arkadaşlar vardır, yenisi bulunamayan. Liseli yıllardan kalma. Hayat boyu edinilen tüm arkadaşların toplamından fazla eden.
Sıralar vardır… Üzerine aşkların kazındığı. Her yeni aşkta eskisinin çizilip, altına yenisinin yazıldığı. Kıymetini üzerine kazınan aşklardan değil, sakladığı gözyaşlarından alan sıralar… Hayatın en nedensiz, en tabii ağlamalarının canlı şahididir onlar. Büyüdüğünde kaybedersin. Ya da kaybettiğinde büyüdüğüne hükmedilir. Bir çelişkidir, sürer gider.
Sırası değil belki ama hatırlatmak zorundayım: Sıra sende. Üstüne kazıdıkların bir zımparalık daha dayanacak. Ama gözyaşlarını ne süpürebilecekler, ne kazıyabilecekler.
Fırsat varken bir kez daha ağlamaz mı insan?
Bir yanıt yazın