Blog karın doyurur mu? Doyurmaz. Öyleyse niye yazıyorum? Başka ne yapabilirim ki! Yazmak ruhuma iyi geliyor.
Bu blog (biredip.com adıyla) daha iki yaşını bile doldurmuş değil. Oysa benim asıl blog maceram -bilenler bilir- 2000’li yılların hemen başına dayanır. Övünülecek bir şey olmasa bile Türkiye’de blog sahibi olan ilk insanlardan biriyim. Zaman zaman adı değişmiş olabilir. Bu, yukarıdaki gerçeği değiştirmez. Daha önceki yazılarımdan birinde buna değinmiştim. İsterseniz buradan okuyabilirsiniz.
On beş yaşından bu yana şiir ve yazı karalayan, 1998 yılından bu yana da yazdıklarını başkası ile paylaşan biriyim. 2001’den bu yana da bu paylaşım sanal âlemde devam ediyor.
Nerdeyse yirmi yıla yaklaşan blog maceramın hâlâ devam ediyor olmasına bazen ben bile şaşırıyorum. Yirmi yıldır zaman zaman bloğa ara verdiğim olmuştur. Ancak genel anlamda yazıyı hiç bırakmadım. Sağ olsun o da beni hiç bırakmadı. İki sırdaş yıllardır beraber yürüyoruz bu sarp yollarda.
“Yeter bu kadar mücadele” dediğim zamanlar çok oldu. Hâlâ da arada söyleniyorum bırakacağım bloğu diye. Sonra bir internet sayfasında veya bir sosyal ağda saçmasapan bir yazıyla karşılaşıyorum. Kafa yoruyorum üzerinde, “Bu yazıyı yazan şahıs acaba bununla neyi amaçlamış olabilir.” diye. Yorulduğumla kalıyorum. Öyle anlamsız, öyle gereksiz yazılar ki okumak için harcadığınız zamanın hesabını vermeniz mümkün değil diğer tarafta.
Birçok insan yazıyla dünyayı kirletmek için yaşıyorken bir kenara çekilip onların bu eylemine sessiz kalmak beni rahatsız ediyor. Onları tamamen susturamasam bile “her şey zıddı ile kâimdir” düsturunca hareket etmem gerektiğini düşünerek başlıyorum yazmaya.
Kayda değer şeyler yazmıyor olabilirim. Zaten böyle bir iddiam olmadığını okuyucularım bilirler. En iyi yazar, en iyi blog olmak gibi kaygılarım hiç olmadı. Ben sadece elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışırım. Gerisini okuyucu takdir eder.
Türkçeye saygım vardır, olabildiğince düzgün kullanmak için gayret ediyorum. Sosyal ağlarda kullanılan ucube Türkçeden iğreniyorum. Ne yazarsam yazayım dilin kurallarına uyuyorum. Dilin kurallarına uymadan yaptığım bir sosyal paylaşımı fark edersem hemen silip yeniden paylaşıyorum.
Sosyal medyadaki anlaşılmaz nesil, kötü bir Türkçe ile yaptığı paylaşımların daha güzel olduğunu sanıyor. İş o boyuta varmış durumda ki, sizin düzgün bir Türkçe ile yazdığınız yazılar sırıtıyor bu ortamlarda. Kendinizi yabancı gibi hissediyorsunuz. Bu bayağılığa daha fazla dayanamayınca kendinizi en iyi ifade ettiğiniz bloğa atıyorsunuz.
Buraları terk edip gitme fikrinden vazgeçiyorsunuz sonra. Bir kişi bile anlasa sizi, bu yetiyor. Hatta bazen paranoya noktasına gelip “kimse anlamasa da olur” diyorsunuz.
Gidecek yerimiz yok ki nereye gidelim!
Bende sevdiğim için yazıyorum. Kitap bloggerı olmak zaten çok önemsenmiyor ne yazık ki. Yayınevlerinin bile umrunda değil, instagram veya youtube olsa kitap gönderiyorlar ama. 🙂
Merhaba Pastel,
En iyisini yapıyorsunuz. Başkaları için yaşamaktan yorulduk zaten. Kendinizi mutlu hissediyorsanız yeter.
İnternet arşivinde gezerken 20 yıl öncesine ait bir yazımı buldum bugün. Benden mutlusu yok. Yazının içeriğinden çok kendisi mutlu etti beni. Yakında buraya koyacağım onu da. 🙂
Bir başka ziyarette onu da okursunuz inşallah.
Karnımız doymasa da ruhumuz doyuyor ya bu yeter bize.
Bu yazıda kendimi gördüm. Ben de 2000’li yıllardan beri MSN Spaces ile başlayan bu yolculuğumu hâlâ devam ettiriyorum. Türkçe kullanımına takıntılıyım vs.
Bu arada bu blog benim de karnımı doyurmuyor ama ruhum doyuyor. 🙂
Merhaba Recep Bey,
Türkçenin doğru kullanılması konusunda ben de olabildiğince hassasım. Hem buna takıntı demeyelim. Benimki belki biraz alanımla ilgili bir hassasiyet de olabilir. Yine de gençlerin bu kadar kötü bir dille nasıl yazdıklarını ve anlaştıklarını merak ediyorum. Kötü bir dil, kötü bir iletişim demektir.
Blog karın doyurmuyor, bu kesin. Sizin de dediğiniz gibi ruhumuz doysa yetiyor. Birkaç insanın yazılarınızı okuması, onlara yorum yapması küçük birer mutluluk bizim için.
Yolculuğumuz daim olsun inşallah.
Hocam, bugünlerde Zerrin Özer’in müziği bırakacağı konuşuluyor.
Diyorlar ki; “Kolay kolay bırakamaz. Bir şeylere kırgındır ama üç beş seneye kadar kırgınlığı geçince yeniden müziğe döner. Zaten sanatçılar zaman zaman böyle kararlar alıyor ama dayanamayıp yine başlıyorlar.”
Aynısı bloggerlar için de geçerli. Biz kalemi bırakmaya niyetlensek, o bizi bırakmıyor. Alışmışız birbirimize, kopamıyoruz. Hele bir de kitap okuyunca, yazma sevdamız depreşiyor.
Bırakamadım Ali ben de. Yazı rahatsız etti beni. Sürekli dürttü beni. Ben de biraz gönülsüz de olsa aldım kalemi elime. Biraz gönülsüz oldu bu başlangıç. Kısmet diyelim. Olmazsa çay demleriz. 🙂