Bu yazının tamamı sana yazıldı. İstediğin kadar üzerine alınabilirsin. “Blog yazmanın 10 kuralı”, “Hatasız bir blog yazısı yazmak için 100 altın kural” gibi nesnelliği tartışmalı konuları işin meraklılarına bırakıyorum. Ben “10 adımda 12 adım” konulu bir yazı yazacağım.
Son dönemde karşıma çıkan hemen her bloğu ziyaret ediyor ve pek çok blog yazısını “Acaba bir şey öğrenebilir miyim?” düşüncesiyle okumaya çalışıyorum. Sürekli içimden söyleniyordum, “Bu kadar hata nasıl yapılır?” diyerek. Artık dayanamadım yazıyorum. Hani su götürür birkaç hata olsa hoş görülebilir. Bahsettiğim içeriklerde hatasız yeri bulmak, gece zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı bulmak kadar zor.
İstediğin konuda yazabilirsin
Tartışmaya açık olsa da istediğin her konuda blog yazısı yazabilirsin. Buna kimse karışamaz. Spor yaz, güzellik yaz, programlama yaz, edebiyat yaz… Ama istediğin gibi yazamazsın arkadaşım. Yani yazının kurallarını sen belirleyemezsin. Trafikte istediğin gibi hareket edebiliyor musun? Hayır. Kurallara uymak zorundasın. Uymadığında karşına bir polis çıkıyor. Uyarmaya bile ihtiyaç duymadan yapıştırıyor cezayı. (Bu da bir uyarı aslında.) Aynı hatayı yapmaya devam edersen sonuçlarının ne olacağını biliyorsun. Trafik kurallarına ve trafik işaretlerine uyuyorsun da imlaya ve noktalama işaretlerine niye uymuyorsun? Bu dil senin değil. Bize sadece kullanma hakkı verilmiş. Kötüye kullandığında ne kaybettiğini kendin sorgula.
Türkçe blog âlemi ne kadar bir yüz ölçümüne sahiptir bilmiyorum. Şunu tahmin ediyorum: Blog âleminde Türkçe hassasiyeti olan blog sayısı %25’i geçmez. Bir bu kadarı da “eh işte” denilebilecek türde. Demek ki yarısı kötü bir dille yazılıyor yazıların. İnanmayanlar bahsettiğim açıdan yazıları inceleyebilir. Bu kadar bozuk bir imla ve noktalama ile nereye kadar? Şimdi içinden “Ben Türkçe öğretmeni miyim? Bütün kuralları nereden bileyim, nasıl uygulayayım?” diyorsun. Türkçe konuşup yazıyorsan öğreneceksin.
Sözlük okumayan, gerektiğinde TDK’nin sayfalarına bakmayan yazar olur mu? Tarayıcında TDK sayfalarından imla kuralları ve noktalama işaretleri kayıtlı olmalı. Buna Türkçe sözlük sayfasını da ekleyeyim. Nasıl yazıldığından emin olmadığın bir kelime için sözlüğe bakmak bu kadar zor olmamalı.
Vitrin güzel ama satıcılar kötü
Sayfa tasarımına özen gösteriyorsun yani vitrinin güzel. Ama içeride hiçbir ürün yerli yerinde değil. Gıda ile deterjanı aynı rafa koymuşsun. Bu, biraz üsluptur. Sen bilirsin. Bunu geçtim. İçeride kötü davranan satıcılar var. Bir şey soruyorsun, sorduğuna pişman ediyor. Müşteriye yardımcı olmak için değil de işleri zorlaştırmak için orada bulunuyor gibi. İmla ve noktalama biraz buna benziyor. Ürünü kolay görünür hale getirmelisin. İsteyen istediğini istediği yerde bulabilmeli. Bir de o çalışanlara söyle, müşterilere kibar davransınlar.
En güzel vitrin sende olsa, en çok çeşit senin işyerinde bulunsa hatta en ucuz sen satıyor olsan bile ben, çalışanların tavrından memnun olmadığım bir iş yerine -kolay kolay- tekrar gitmiyorum. Kendimi rahat hissetmediğim bir dükkânda ne işim var? Sen de gitme.
Yazını kaç kez okuyorsun?
Bir yazıda günler, aylar hatta yıllar sonra bile düzeltme yapılabilir. Sen eski yazılarını hiç okumuyor musun? Okumuyorsan bu yazı zaten senin için değildi. Okuyor ama düzeltmiyorsan hem okuyucuya saygısızlık yapıyorsun hem de Türkçeye.
Ben her yazımı yayımlamadan önce en az on kez okuyorum. Hatta bazen blogları gezerken kendi bloğuma çıkıyor yolum. Herhangi bir blogmuş gibi kendi yazılarımı okuyorum. Gördüğüm en küçük hatada hiç üşenmeden yönetim paneline girip gerekli düzeltmeyi yapıyorum. Delirmiş olabilirim. Bize akıllı lazım değil ki.
Kızacaksın biliyorum, kızabilirsin. Tükçeye böylesine saygısız davranan blog yazılarını okumuyorum, okuyamıyorum. Cümleleri düzeltirken yazıda ne anlatıldığını takip edemiyorum çünkü. Sekmeyi kapatıp kurtuluyorum işkenceden. Tavsiye ederim.
Daha çok çalışma/etkinlik yapmalı
Geçenlerde “2. Blog Yazarları Çalıştayı” adıyla bir etkinlik yapıldı. Orada “İnterneti bloglar kurtaracak, Türkiye’de de blogları Türkçe kurtaracak.” gibi bir slogan vardı. Çok sevmiştim. Bu iyimser ifadeleri yazan Evren Soyuçok’un bir bildiği elbette olmalı. Belki de kaliteli blogları keşfetti, sadece onları takip ediyor. Kendisine bu vesile ile sormuş olayım. Böyle güzel bir liste varsa elinde bunu yayımlasın ve herkes kaliteli bir dille yani güzel bir Türkçeyle kaleme alınmış yazıları okuma imkânına kavuşsun.
Bunun dışında fikri olan varsa onlar da yorumlarında bildirebilir. Bir şeyler yapılmalı. Ama ne? Özel bir tim mi kursak bu iş için? Kötü yazıları ön plana çıkarmanın anlamı yok. Kötüyü örneklemiş oluruz. Öyleyse Türkçesi düzgün yazıları ve yazarları nazara verip herkesin görmesini sağlamak olabilir belki.
Türkçeyi seviyorsak ona kötü davranamayız
Çok ağır bir yazı oldu. Kendimi tutamadım. Hepsi Türkçe sevdasından. Başka Türkçe yok. Oktay Sinanoğlu “Bye ByeTürkçe” adlı eserinde “Türkçe giderse Türkiye gider.” diyordu. Anlıyorsun değil mi derdimi? Doğruları şimdi söylemezsek ölüp gidince mi söyleyeceğiz?
“Benim bloğum için kimse ahkâm kesemez.” diyorsun içinden. Hem haklısın hem haksız. Şunu da söyleyip bitiriyorum: İstediğin yemeği yapabilirsin. İstediğin malzemeyi kullan. İstediğin ölçülere uy. İstediğin gibi servis yap. Bize söz düşmez. Ama mutfak senin değil. Adam gibi kullan!
“10 adımda 12 adım”ı bir sonraki yazıda anlatırım artık.
Sen de düşüncelerini paylaş!