Bu yazının tamamı sana yazıldı. İstediğin kadar üzerine alınabilirsin. “Blog yazmanın 10 kuralı”, “Hatasız bir blog yazısı yazmak için 100 altın kural” gibi nesnelliği tartışmalı konuları işin meraklılarına bırakıyorum. Ben “10 adımda 12 adım” konulu bir yazı yazacağım.
Son dönemde karşıma çıkan hemen her bloğu ziyaret ediyor ve pek çok blog yazısını “Acaba bir şey öğrenebilir miyim?” düşüncesiyle okumaya çalışıyorum. Sürekli içimden söyleniyordum, “Bu kadar hata nasıl yapılır?” diyerek. Artık dayanamadım yazıyorum. Hani su götürür birkaç hata olsa hoş görülebilir. Bahsettiğim içeriklerde hatasız yeri bulmak, gece zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı bulmak kadar zor.
İstediğin konuda yazabilirsin
Tartışmaya açık olsa da istediğin her konuda blog yazısı yazabilirsin. Buna kimse karışamaz. Spor yaz, güzellik yaz, programlama yaz, edebiyat yaz… Ama istediğin gibi yazamazsın arkadaşım. Yani yazının kurallarını sen belirleyemezsin. Trafikte istediğin gibi hareket edebiliyor musun? Hayır. Kurallara uymak zorundasın. Uymadığında karşına bir polis çıkıyor. Uyarmaya bile ihtiyaç duymadan yapıştırıyor cezayı. (Bu da bir uyarı aslında.) Aynı hatayı yapmaya devam edersen sonuçlarının ne olacağını biliyorsun. Trafik kurallarına ve trafik işaretlerine uyuyorsun da imlaya ve noktalama işaretlerine niye uymuyorsun? Bu dil senin değil. Bize sadece kullanma hakkı verilmiş. Kötüye kullandığında ne kaybettiğini kendin sorgula.
Türkçe blog âlemi ne kadar bir yüz ölçümüne sahiptir bilmiyorum. Şunu tahmin ediyorum: Blog âleminde Türkçe hassasiyeti olan blog sayısı %25’i geçmez. Bir bu kadarı da “eh işte” denilebilecek türde. Demek ki yarısı kötü bir dille yazılıyor yazıların. İnanmayanlar bahsettiğim açıdan yazıları inceleyebilir. Bu kadar bozuk bir imla ve noktalama ile nereye kadar? Şimdi içinden “Ben Türkçe öğretmeni miyim? Bütün kuralları nereden bileyim, nasıl uygulayayım?” diyorsun. Türkçe konuşup yazıyorsan öğreneceksin.
Sözlük okumayan, gerektiğinde TDK’nin sayfalarına bakmayan yazar olur mu? Tarayıcında TDK sayfalarından imla kuralları ve noktalama işaretleri kayıtlı olmalı. Buna Türkçe sözlük sayfasını da ekleyeyim. Nasıl yazıldığından emin olmadığın bir kelime için sözlüğe bakmak bu kadar zor olmamalı.
Vitrin güzel ama satıcılar kötü
Sayfa tasarımına özen gösteriyorsun yani vitrinin güzel. Ama içeride hiçbir ürün yerli yerinde değil. Gıda ile deterjanı aynı rafa koymuşsun. Bu, biraz üsluptur. Sen bilirsin. Bunu geçtim. İçeride kötü davranan satıcılar var. Bir şey soruyorsun, sorduğuna pişman ediyor. Müşteriye yardımcı olmak için değil de işleri zorlaştırmak için orada bulunuyor gibi. İmla ve noktalama biraz buna benziyor. Ürünü kolay görünür hale getirmelisin. İsteyen istediğini istediği yerde bulabilmeli. Bir de o çalışanlara söyle, müşterilere kibar davransınlar.
En güzel vitrin sende olsa, en çok çeşit senin işyerinde bulunsa hatta en ucuz sen satıyor olsan bile ben, çalışanların tavrından memnun olmadığım bir iş yerine -kolay kolay- tekrar gitmiyorum. Kendimi rahat hissetmediğim bir dükkânda ne işim var? Sen de gitme.
Yazını kaç kez okuyorsun?
Bir yazıda günler, aylar hatta yıllar sonra bile düzeltme yapılabilir. Sen eski yazılarını hiç okumuyor musun? Okumuyorsan bu yazı zaten senin için değildi. Okuyor ama düzeltmiyorsan hem okuyucuya saygısızlık yapıyorsun hem de Türkçeye.
Ben her yazımı yayımlamadan önce en az on kez okuyorum. Hatta bazen blogları gezerken kendi bloğuma çıkıyor yolum. Herhangi bir blogmuş gibi kendi yazılarımı okuyorum. Gördüğüm en küçük hatada hiç üşenmeden yönetim paneline girip gerekli düzeltmeyi yapıyorum. Delirmiş olabilirim. Bize akıllı lazım değil ki.
Kızacaksın biliyorum, kızabilirsin. Tükçeye böylesine saygısız davranan blog yazılarını okumuyorum, okuyamıyorum. Cümleleri düzeltirken yazıda ne anlatıldığını takip edemiyorum çünkü. Sekmeyi kapatıp kurtuluyorum işkenceden. Tavsiye ederim.
Daha çok çalışma/etkinlik yapmalı
Geçenlerde “2. Blog Yazarları Çalıştayı” adıyla bir etkinlik yapıldı. Orada “İnterneti bloglar kurtaracak, Türkiye’de de blogları Türkçe kurtaracak.” gibi bir slogan vardı. Çok sevmiştim. Bu iyimser ifadeleri yazan Evren Soyuçok’un bir bildiği elbette olmalı. Belki de kaliteli blogları keşfetti, sadece onları takip ediyor. Kendisine bu vesile ile sormuş olayım. Böyle güzel bir liste varsa elinde bunu yayımlasın ve herkes kaliteli bir dille yani güzel bir Türkçeyle kaleme alınmış yazıları okuma imkânına kavuşsun.
Bunun dışında fikri olan varsa onlar da yorumlarında bildirebilir. Bir şeyler yapılmalı. Ama ne? Özel bir tim mi kursak bu iş için? Kötü yazıları ön plana çıkarmanın anlamı yok. Kötüyü örneklemiş oluruz. Öyleyse Türkçesi düzgün yazıları ve yazarları nazara verip herkesin görmesini sağlamak olabilir belki.
Türkçeyi seviyorsak ona kötü davranamayız
Çok ağır bir yazı oldu. Kendimi tutamadım. Hepsi Türkçe sevdasından. Başka Türkçe yok. Oktay Sinanoğlu “Bye ByeTürkçe” adlı eserinde “Türkçe giderse Türkiye gider.” diyordu. Anlıyorsun değil mi derdimi? Doğruları şimdi söylemezsek ölüp gidince mi söyleyeceğiz?
“Benim bloğum için kimse ahkâm kesemez.” diyorsun içinden. Hem haklısın hem haksız. Şunu da söyleyip bitiriyorum: İstediğin yemeği yapabilirsin. İstediğin malzemeyi kullan. İstediğin ölçülere uy. İstediğin gibi servis yap. Bize söz düşmez. Ama mutfak senin değil. Adam gibi kullan!
“10 adımda 12 adım”ı bir sonraki yazıda anlatırım artık.
Doğru. Evren Bey senelerin blog yazarı. İnşallah çağrınızı duyar ve örnek blogları listeler.
Ben de çok yanlışlar görüyorum. Ama üzülerek geçmek zorunda hissediyorum kendimi. Kolay kolay şu, şu ve şu kişiler daha özenle yazsınlar denmiyor. Siz de genele hitap etmişsiniz mesela.
Bir yerde okumuştum. Yazdıktan sonra bekletin yazıyı. Süre ne kadardı unuttum ama, aralıklarla okumamız tavsiye ediliyordu. Ben yaşadım bu şanssız durumları. Yanlışları (imla, düşük cümle vs) görmemişim resmen. Sürekli düzeltip güncelliyordum. Hâlâ vardır diye kuşku duydum şimdi. Yarın günümü bu işe ayırıp, okuyabildiğim kadarını gözden geçireyim.
Ben bazen sizin x bloglarda yorumlarınızı görüyorum ve şaşırıyorum oraya yorum bırakmanıza. Siz açıkça düşündüklerinizi yazmışsınız. Ben de açık ifadeden yanayım.Hatırlarsanız size bir yorumumda benim donanımlı biri tarafından eleştirilmeye ihtiyacım var demiştim. Hakikaten bir olayın ya da icraatın içinde olmakla, dışarıdan izlemek farklıdır.
Sağlıcakla kalın.
Düzeltilecek o kadar çok şey var ki hangisini söyleyeyim. Yazıyı biraz da çekinerek hazırladım doğrusunu söylemek gerekirse. Yarın biri çıkıp “Buranın ‘Doğrucu Davut’u sen misin? Karışma bize, isteyen istediği gibi yazar.” derse diye epey düşündüm. Hatta kendi yazılarımdan hatalar bulup önüme koyarlar belki. Buna üzülecek değilim elbette. Sevinirim bile. Bu tür yazıların en sıkıntılı yanı da budur. Söylediğimiz bir ifade ile aslında kendimizi de bağlamış oluruz.
Birçok siteye eleştirel bir gözle bakmak için giriyorum. İnsanlar neler paylaşıyor, nelerle ilgileniyor merak ediyorum. Toplumun nabzını tutmaya çalışıyorum biraz. Gelmişken bir yazıya da yorum yazayım, dediğim oluyor.
Böyle bir yazının altına yorum yaparken siz bile zorlandınız sanırım hata olmasın diyerek. Gün içinde yaptığım yorumların çoğunu cep telefonu ile yazdığım için gözden kaçan yazım hataları bende de oluyor. (Keşke başka sayfalarda yaptığımız yorumları düzeltme imkânımız olsa değil mi?) Zaten derdim bu değil. Baştan sona hatalı yazıları eleştiriyorum ben. Hani insan yazdıkça öğrenir diye bekliyorsunuz ama olmuyor. Yazarken Türkçeyi ilk sıraya koymayınca böyle oluyor. Blog yazarlarına -özellikle ve öncelikle gençlere- bunun anlatılması lazım.
İlginize teşekkür ederim.
Ne yazık ki yorumu gönderdiğimde hemen iki yanlış fark ettim. Biri ama kelimesinden sonra virgül, diğeri noktadan sonra aralık vermemişim bir yerde.
İsterseniz bahsettiğiniz hataları düzeltip bu yorumunuzu silebilirim.
Bence doğallığıyla kalsın ki, bu hataları bir daha yapmayayım :))
Siz nasıl isterseniz öyle olsun.
Postunuzu dikkatli bir şekilde okudum. Eksiklerimin büyük olduğunu biliyordum.
Bu eksikliklerimi kapatmak için biraz çaba sarf etmiştim. Sonra biraz kafam karıştı.
TDK baktım. İmla kılavuzlarını da inceledim. Gerçekten faydasını da gördüm. Son üç aydır.
Bu doğrultuda postlarım da düzelmeye çalışıyorum.
Bazen daha önce bir yazımı hiç unutamam yazdığım yazıyı ben bile okuyamadım.
Düzeltilebilecek bir yanı da yoktu. Hemen sildim.
Belki ilerde o konuyu bir daha adam gibi ele alıp yazabilirim.
İnanın bu konuda sizin kadar ben de hassasiyetle davranıyorum.
Aslında bir de bir sorum olacak ne zamandır. Zihnimde bu soru gidip geliyor.
İmla kılavuzunu ve Türkçeyi iyi kullanıp post yazıları yazabilir.
Buna bende katılıyorum.
Katılmadığım noktayı da hemen açıklık getirmek istiyorum.
İçeriği samimiyetten uzak asparagas sözlerle dolu olan bir post yayınlaması süsleyerek insanları yutturması ne kadar doğru sizce.
Tahmin ediyorum ki, sizde bunları rahatlıkla görebiliyorsunuzdur.
Yoksa samimi, içten, doğru bir şekilde post yazılarını yazıyor.Fakat gel gör ki, Türkçeyi ve imla kılavuzundan postları uzak.
Sizce bu da doğru değil bunu da katılıyorum.
Hem güzel yazı yazan hem de doğru dürüst post yayınları yazan blog dünyasında çok az bir azınlığa sahip olduğunu düşünüyorum.
Aslında konuyu şuraya bağlamak istiyorum. Bizler daha konuşmasını, kitap okumasını daha bilmiyorum.
Bu işin daha önemini kavrayamadık. Yazmak bunların çok ötesinde bir yerde bunu ulaşabilir miyiz derseniz bu zihniyetlerle çok zor.
Zihnimizde hak etmeden kazanmaya odaklanmış. Üretmek, araştırmak, sorgulamak yok.
Siz kendi açınızdan sorguladınız ve yorumladınız. Bende sorguladım ve yorumlamaya çalıştım.
Belki doğruyum belki yanlış sadece bir birey olarak doğrularımı ve gördüklerimi söylemeye çalıştım.
Özgür bir ülke de yaşayan herkesin düşüncelerini paylaştığı veya tartıştığı bir zaman olursa ne Türkçe’miz elden gider ne de bizler.
Uygar bir toplum olarak ancak böyle büyüyebiliriz diye düşünüyorum.
Ayrıca TDK yi öğrenmem için bir yol gösterirseniz memnun olurum.
Saygılarımla.
Teşekkür ederim Abdullah Bey.
Yorumunuzu okuyunca bir an Denizlili olabileceğinizi düşündüm. Sonra -daha önceden bildiğim- sayfanıza bakmak geldi aklıma. Memleketinizin Isparta olduğunu öğrendim. Niye bunu söylüyorum: Yorumunuzun içinde “-e” ve “-i” hal eklerini birbirinin yerine kullanmışsınız ki görev yaptığım yıllarda ilk kez Denizli’de karşılaşmıştım bu durumla. Maziye götürdünüz beni.
Samimiyetten uzak asparagas bir yazı yazılıyor elbette. Hatta bunun meraklıları bile var. İşin bu yönü başka bir yazının konusu olmalı. Sizin de dediğiniz gibi hem içerik hem şekil yönünden mükemmel yazılar yazılmasıdır temennimiz. Belki bir gün…
İmla ve noktalamayı öğreneceğiniz ilk kaynak elbette TDK’dir. Bol yazı çalışması yapın diyeceğim ama bilen biri incelemeden yazdıklarınızın imla ve noktalama yönüyle doğru olup olmadığını anlamak çok kolay olmaz. Kolaylıklar diliyorum.
Çok doğru sözler! Ne denilebilir ki? Bazen hızlı yazmaktan ötürü kelime virgül atladığımız oluyor ama genel manada kurallara uymaya çalışıyorum. Tekrar hatırlattığınız için teşekkürler
Yorum için teşekkür ederim Poyraz.
Benim anlatmaya çalıştığım öyle küçük hatalar değil. Kuralsızlığı kural haline getiren yazarlardan ve yazılardan bahsediyorum. Yapabileceğimiz pek bir şey yok sanırım. Herkes kendi yazısından sorumlu nihayetinde.
Bir Türkçe öğretmeni olarak ifade ettiklerinize sonuna kadar katılıyorum. Üstelik bırakın hata yapmayı, “hata”yı bir tarz olarak algılayıp kalemini hep bu şekilde oynatanlar var. En büyük sıkıntının bu olduğuna inanıyorum.
Maalesef öyle Zafer Bey. Bırak hatayı tarz haline getirmeyi, pek çok genç yaşam biçimi haline getirmiş. Biz bildiklerimizi söyleyelim de isteyen düzeltmeye çalışır, istemeyen bildiğini okur.
Bir nəfəsə oxudum bu çox gözəl yazınızı. Doğrusu imla xətalarına mən də çox taxılıram. Hətta mesaj yazarkən belə sözləri qısaltmadan düzgün şəkildə yazmağa, durğu işarələrindən yerində istifadə etməyə çalışıram. Yaxınlarım gülürlər mənə, amma, bir dilçi olaraq bu mənim borcumdur deyirəm. Görəsən dil-ədəbiyyatçı olduğumuz üçün mü bu qədər həssas yanaşırıq məsələyə?
Dilin ayakta kalması için üzerimize düşeni yapmaktır bizimki. Edebiyat ve dil eğitimi almamış olsam bu kadar hassas olur muydum? Buna verilecek kesin bir cevabım yok. Ama yazacaksam ve bu da dille oluyorsa hassas olmak zorundayım. Düzgün bir Türkçeyle bile derdimizi anlatamazken kırık dökük bir dille kendimizi nasıl ifade edelim ki?
Değil mi?
Bu, mutlak olmayan, görece haklı çabanızdan dolayı sizi tebrik ederim. Ancak blog içeriğinden dolayı yazı dilini, günlük konuşma dili seviyesinde kullanan bazı blogır arkadaşlarım var. Onların bu samimi, karşıma oturmuş da benimle sohbet ediyormuş hissi uyandıran kalıptaki yazılarını da severek, gülümseyerek ve de ilgi ile okuyorum. Ne Türkçe kelimeleri katlediyor olmaları ne de kullanmadıkları noktalama işaretleri gözüme batıyor. Benim görüşüm; Türk dili kurallarına uyum gerekliliği, yazının ana teması ile orantılıdır. Kalkıp da edebi ya da bilimsel amaç güden bir yazı ile (örn. öykü, roman, makale vs.) tamamen içini dökmek, rahatlamak, gülmek, kızmak amacıyla yazılmış bir yazı, bu bağlamda aynı kefeye konmamalıdır. Yine benim görüşüm; yazının içeriği, şeklin önüne geçebiliyorsa ne ala, asla o blogırı takip etmeyi bırakmam. Bakın “blogır” diyorum, “yazar” değil. Zira ikisi arasında (yine bence) fark var.
Sevgiler…
Teşekkürden sonra…
Bazı yerlerde size katılmıyorum. Bu, yazımda derdimi tam anlatamamış olmamdan da kaynaklanıyor olabilir.
1. Elbette insanlar konuşma dili havasında metinler yazabilir. Buna kimin itirazı olabilir ki? Ama konuşma havasında yazıyor olmak imlâ ve noktalamayı yok sayabileceğimiz anlamını taşımaz. Kaliteli yazarların sohbet (söyleşi) metinlerini salık veririm.
2. Türkçenin kuralları anlatılan konu veya yazılan türle ilgili değil doğrudan yazının kendisiyle ilgilidir. Yok sayarsanız en kibar şekliyle bunun adı dile ihanet olur.
3. Kötü bir Türkçeye sahip metinleri okuyup okumamak tamamen kişisel bir tercih. Bazen ben de okuyorum. Niye? “Bu kadar çok yanlış yapmak için bunun eğitimini(!) almış olmalı.” cümlesini kurayım diye. 🙂
4. “Blogır” kelimesi yerine “blog yazarı” gibi daha anlamlı bir söz öbeği kullanmaktır doğru olan. Her ne kadar ‘blog’ için henüz bir karara varamamış olsak da. Burada iş TDK’ye düşüyor. ‘Blog’ yerine ‘ağ günlüğü’ gibi uzun bir öbek koyunca zor tutuyor elbette. Daha kolay kullanılabilen kelimeler türetmek lazım.
5. Sosyal ağların pençesine düşen nesil maalesef dili katlediyor. Ağlarda paylaşılan metinlerin Türkçesine bakarsanız ne demek istediğimi anlarsınız.
6. Şahsen ben mesajlaşırken bile imlâ ve noktalama konusunda hassas davranıyorum. Bu işin eğitimini aldığımdan ve eğitimini verdiğimden olabilir bu hassasiyet. Her şeye rağmen ben Türkçeyi sevmeye, ona saygı duymaya devam edeceğim. 🙂
Merhaba; çok önemli ve güzel bir yazıya imza atmışsın. Seni kutlarım. Kâğıt üzerinde de yazsam, dijital ortamda da yazsam yazım kurallarına hep dikkat ettim. 2015 yılında düzenlediğimiz ilk Blog Yazarları Çalıştayında bloglarda herkese açık yayın yaptığımız için ortak dil Türkçeyi ‘bu blog benim’ sorumsuzluğuyla yanlış kullanamayacağımızı dile getirmiştim. Hatta TDK’nın yazım kılavuzunun son baskının her blog yazarının elinin altında olması gerektiğini söylediğimde bana gülenler ‘o kadar da gerek yok’ diyenler olmuştu. Neyse ki senin gibi bu konuda duyarlı arkadaşların sayısının azımsanmayacak kadar çok olduğunu her geçen gün görünce Türkçe adına daha da umutlanıyorum.
Yazında bana ithaf ettiğin kısımlara gelince. İnternette, özel anlamda sosyal medyada büyük bir kaos ve disiplinsizlik hakim. Bugün üniversite sıralarında oturabilmek için belli elemelerden geçiyoruz. İnternetin ise herkese eşit olarak sunduğu bir imkan var. Facebook, Instagram hesabı herkes açabiliyor ve herkes her istediğini yazım kurallarını hiçe sayara yazıp paylaşabiliyor. İşte tam da bu noktada kirlenen, disiplinsizleşen, sadece tüketime ve eğlenceye dönüşen internet ortamını blogların kurtarabileceğini öne sürdük. Bir blog yazarı olarak sen de iyi bilirsin ki blog, bir disiplin gerektiriyor. İşini iyi yapan, yazılarını ciddiye alarak yazanlar harikulâde bir dijital medya örneği ortaya koyuyor. Fakat bunu Instagram, Twitter, Facebook vb. sosyal ağ hesaplarında göremiyoruz. Başta lise ve üniversite öğrencileri olmak üzere genç neslin -nasıl ki eskiden kurallara uygun iyi kompozisyonlar yazmamız isteniyorsa- blog yazmaya teşvik edilmesi, özendirilmesi gerekiyor. Bir blog da tek başına bir anlam ifade etmiyor; aktarılmak isteneni en iyi şekilde anlatmanın yolu da doğru Türkçeden geçiyor. Senin de yazında örnek verdiğin gibi kötü bir Türkçeyle, üslupla gelişigüzel yazılmış yazılardan oluşan bloglar internetin karanlıklarında kaybolmaya mahkum. Bu sebeple blogları Türkçe kurtaracak. Unutmadan tıpkı Oktay Sinanoğlu gibi Cemil Meriç’in de bir sözünü paylaşayım: Kamusuna uzanan el namusuna uzanmıştır.
“Belki de kaliteli blogları keşfetti, sadece onları takip ediyor. Kendisine bu vesile ile sormuş olayım. Böyle güzel bir liste varsa elinde bunu yayımlasın ve herkes kaliteli bir dille yani güzel bir Türkçeyle kaleme alınmış yazıları okuma imkânına kavuşsun.” demişsin.
Türkiye’de en çok blog takip eden ve okuyan kişi zannediyorum benimdir. Bu hem bloglarla ilgili hazırladığım iki ayrı liste için hem haftalık internet günlükleri için hem de Blog Yazarları Çalıştayı için zaten gerekli bir durum. Blogları çok önemsediğim için Türkçeyi yanlış kullanan blogları bile takip ediyorum. Çok rahatsız edici ve önemli bir hatayla karşılaşırsam diplomanın bana yüklediği sorumluluk gereği uyarıda bulunduğum oluyor. Diğer yandan ‘Gelecek Vaat Eden Bloglar’ listesi 2016 yılının sonuna doğru ortaya çıkmış bir proje. En az altı yıllık blog yazarlarından oluşan 6 kişilik jüri yeni açılmış blogları birçok açıdan inceliyor. İncelenen konulardan biri de Türkçeyi doğru kullanıp kullanmadıkları. O listeye şuradan ulaşabilirsin: http://www.evrengunlugu.net/gelecek-bloglarda/
İlk Türkçe Bloglar Listesinde yer alan bloglar ise 2010 ve öncesi açılmış, kişisel blog özelliği taşıyan ve hâlâ güncellenmeye devam eden bloglardan oluşuyor. Burada maksat Türkçenin nasıl kullanıldığından ziyade Türkiye’nin ilk ve yaşamaya devam eden bloglarının listesini derli toplu ortaya koyabilmek. Ancak çoğu belli bir olgunluğa erişen blog yazarlarından oluştuğu için son derece kaliteli içerikler ortaya koyuyorlar.
Haftalık olarak yayımlamaya çalıştığım ‘internet günlükleri’nde de atıfta bulunduğum blog yazıları zaten iyi, doğru ve kaliteli içeriklerden birer örnek. Bütün bunlar umarım soruna cevap olmuştur.
Yazınla ilgili bana herhangi bir bildirim gelmedi; rastgele gördüm ve görür görmez Twitter’dan paylaştım ancak yoğunluktan henüz yorum yapma fırsatı bulabildim. Türkçe içerikli bloglara katkın için teşekkür ederim.
Öncelikle güzel yorumunuz için teşekkür ederim.
Türkçeyi ne kadar hassas kullandığınızı yazılarınızdan biliyorum. Türkçesi güzel bloglar konusunda tavsiye ettiğin yazını da çok önceden okumuştum zaten. Ara ara oradan faydalanıyorum elbette. O liste oluşturulurken mutlaka belli hassasiyetler gözetilmiştir. Ama her birinin harika bir Türkçesi var demek çok iyimser bir yaklaşım olur. Tabi haksızlık etmiş olmayayım. Ortalamanın çok üzerinde oldukları kesin.
“Diplomanın bana yüklediği sorumluluk gereği” ifadene yürekten katılıyorum. Ben de aynı hakkı kullanmaktan yanayım. Kırıp dökmeden yapabilir miyim, bilemiyorum. Aslında senin de belirttiğin gibi blog yazarları imla kılavuzu kullanıyor olsalar bu sorunun çoğu kendiliğinden çözülür. Biz toplum olarak maalesef okumadan, öğrenmeden yazar olmak istiyoruz. Genç arkadaşlar kusura bakmasınlar ama bu işe yıllarını vermiş biri olarak ben hâlâ sözlük okuyorsam, imla kılavuzuna bakıyorsam bir zahmet onlar da okusunlar. 🙂 Edebî yazarlık bir yetenek işi olabilir. Ama dili düzgün kullanmanın yetenekle ilgisi yoktur. Öğrenilebilir bir şeydir.
Öncelikle dili, sonra içeriği sağlam bloglarda buluşabilmek ümidiyle…
Yazılarımda dikkat etmeye çalışıyorum. Bazı kelimelerin nasıl kullanılması gerektiği konusunda araştırma yapıyorum ama eksik kaldığım nokta hala çok fazla.
Türkçe yazan herkesin Türkçeye saygı göstermesi gerekir diye düşünüyorum. İlginize teşekkür ederim.