Sevgili Ayşenur,
“ve unutmak bazı şeyleri / kendiliğinden”1 Mümkün değil deme. Her giden unutur. Gideceksin. Unutmak için yeterli bir zaman geçince de (buna sen karar ver) Halil Akyüzlü yıllar tozlanacak, silikleşecek, karda yürünmüş ama üzerine yeniden kar yağmış bir yol gibi kaybolup gidecek. Bekle ki yaz gelsin, karlar erisin. Bekle ki yaz gelsin, ayrılık gelsin.
Sadece yıllar olmayacak tozlanan, silikleşen. Kıymet verilen insanların üzerini de hatıralarla örterken çok zorlanmayacaksın. Hatıra defterlerine, yıllıklara “seni hiç unutmayacağım” cümlesini yazdığın çocuksu anlara kahredeceksin. Kahretme!
Keşke yıllıklarda yazılanlar kadar güzel olsa umduklarımız. Gerçekliği ve samimiyeti su götürür cümlelerse de, hayat bir başka güzeldir onlarda.
Üç beş yıl sonrası değil mevzubahis olan. Çok yapraklı takvimlerin bütün yapraklarını pek çok kez koparmaktan söz ediyorum. Hızla akan hayatın içinde gün gün koparmayı unuttuğumuz, geçmişi üçer beşer çöpe attığımız, her gününe bir yaprak düşen takvimler. Bunca yıldır kopardığından çok daha fazlasını tekli-çoklu tükettiğinde anlayacaksın bu adamı.
Kaderdir bilinmez. Çok uzakta sanılan o yıllar geldiğinde, yazan ve yazılan hala nefes alıp veriyorsa ve yazılan yazılanları anlamışsa bir vefa borcu olarak yazanı arayıp bulmalı ve “sizi şimdi anladım hocam” demeli değil midir?
Bir şiirin son mısralarıyla girmiştim yazıya. Çünkü şiirler daha çok şey anlatırdı. Aynı şiirin ilk mısraını bitiş için sakladım. Ve ben “sana her şeyi anlatmadım.”2