Yeni bir blog yazısı için bilgisayarın başına geçtiğimde tasarladığım konu ile aklıma o an gelen konu arasında yaşanan rekabet ‘dört büyükler’ arasında bile yaşanmıyor. Bugün sizinle yıllar önce yazdığım bir yazıyı paylaşacaktım. Vazgeçtim. Bundan tam 22 (yazıyla da yirmi iki) yıl önce kaleme aldığım bir yazıydı bu. Mesleğimin ilk yıllarında bir öğrencimin hatıra defterine yazmıştım. Neden vazgeçtim? Google’ın aklına uyuyorum bazen. Google diyor ki bana: “İnsanlar ‘öğrenciye yazılacak hatıra‘ diye bir arama yapıyorlar. E, senin sayfanda da insanların aradığı türden, öğretmenden öğrenciye hatıra olacak yüzlerce örnek yazı var. Öyleyse bunları öne çıkar.”
Haklı mı? Emin değilim. Bildiğim tek bir gerçek var. Bu sayfada samimiyeti su götürmez yüzlerce hatıra yazısı gerçekten var. Yazılması yirmi yıldan fazla sürdü bu yazıların. Hiçbiri gençleri geçiştirmek için kaleme alınmadı. Hepsine özen gösterildi. Üzerine titrendi. Google’ın önerisi ile bu sayfayı ziyaret eden biriyseniz yazılardan istediğiniz gibi faydalanabilirsiniz. Öğrencilerin hatıra defterlerine yazdığınız sürece telif hakkı istemem. Ama alıp kendiniz yazmış gibi bir esere koyarsanız kırılırım.
Ben asıl konuya döneyim.
Bu kadar uzun yıl önce yazdığım bir yazıya nasıl ulaştım peki?
Anlatayım. Bugüne kadar yüzlerce öğrencimin hatıra defterine üç beş satır yazı yazdım. Siz benim üç beş dediğime bakmayın. Her biri uzun birer mektuptu onların. Bazen hatıra defterlerine yazıldı, bazen bir A4 kâğıdına… Bazen de yıllıkların kuşe kâğıtlarına basılmak üzere sayfalarla buluşturuldu kalem.
Dedim ya her biri bir mektuptu. Zarfı yoktu, pulu yoktu hiçbirinin. Ama adrese teslim yazılardı hepsi. Yerini buldu.
Blogda mektup kategorisinde yer alan yazıların tamamı bu mektuplardan oluşuyor. Bunları yayımlamış olmanın bir sakıncası var mı? Elbette yok. Çünkü bu yazılar, sıradan bir hatıra defteri için (gerçekten sıradan mı?) karalanmıştır. Ve hatıra defterlerinin mahremiyeti yoktur. Hele okul yıllıklarının mahremiyeti hiç yok.
Bu hatıra mektupların neredeyse tamamı önce müsvedde defterlere yazıldı. Bilgisayarda temize çekildi, sonra varsa bir hatıra defterine aktarıldı. Hatıra defterlerinin kıymetini yitirdiği teknoloji devrinde okul yıllıklarına kopyalandı. Demem o ki, belli bir dönemden sonra bir örneğini hep sakladım bu mektupların.
Mesleğimin ilk yıllarında yazdığım mektupların örneğini almayı akıl edememişim. Nereden bilirdim, bir gün bir bloğum olacak ve bu yazıları orada paylaşacağım. Bir gün “Bu mektupların bir örneğini sahiplerinden niye istemiyorum ki?” dedim. Hemen sosyal ağlardan ulaşabildiğim “kuzucuklar”dan ricada bulundum. İstediğim seviyede olmasa da bir miktar dönüş oldu.
Gelen mektup nüshaları (yani fotoğrafları) uzun süredir dijital ortama aktarılmayı bekliyor. Şimdi okumakta olduğunuz bu yazıdan önce birini aktarmıştım bloğa. Sonradan bu yazıların hikâyesinin yazmak geçti içimden. Yazı bizi buraya getirdi.
Bir an ben de merak ettim, yazdığım mektupların sayısını. Blogda doksan üç mektup paylaşmışım bugüne kadar. Bu sayıya, ulaşamadığım ve ulaşıp paylaşmadığım yazılar dahil değil. (2022 Ocak, 116 mektup)
Buna bir de henüz muhataplarının bile haberinin olmadığı mektupları eklersek epey bir yekûn tutacak. Evet, yanlış okumadınız. Muhataplarından habersiz yazılmış pek çok hatıra mektup var bu sayfada.
Yazmak bir derde dönüşünce ne yazdığınız, nasıl yazdığınız, kime yazdığınız önemini yitiriyor. Sadece yazıyorsunuz. Ben de öyle yaptım. Yazdım, yazdım, sonra yine yazdım.
Pişman mıyım? Hayır! Yine olsa yine yazarım. Çünkü öğrenciye yazılacak hatıra bizden sorulur.
Şimdi isteğimi bir de buradan yineleyeyim: ’94 yılından bu yana hatıra defterlerine yazı yazdığım bütün kuzucuklardan bu yazıların bir örneğini bana ulaştırmalarını istiyorum. Duyanlar duymayanlara duyursun lütfen. :))
Sen de düşüncelerini paylaş!