Bugün en uzun geceye yani 21 Aralık’a dair bir yazı kaleme alma fikrindeyim. Şu anda o geceyi yaşıyoruz, bilmem farkında mısınız?
“Blog Yazısı Yazmanın En Kolay Yolu” başlığı ile ironik bir yazı yazmıştım geçen günlerin birinde. Çok hoş geri dönüşler oldu. Yazının amacı “Blog yazısı nasıl yazılır?” sorusuna cevap aramak değildi zaten. Bununla ilgili yazılmış onlarca yazı var bloglarda. Amacım, kendimizi sıkıntıya sokmadan -argo bir tabirle kasmadan- yazı yazılabileceğini göstermekti. Gördünüz.
En uzun gece olduğu gibi en kısa gün diye de söylenebilir. Neden küçük olan ikinci plana itilir ki hep? Yani 21 Haziran’a en kısa gece, 21 Aralık’a en kısa gün desek olmaz mı? Üstelik 21 Aralık’ın en uzun gece oluşu kuzey yarım küre için geçerli. Güney yarım küre en uzun günü yaşadı bugün. Coğrafyaya hiç girmesek mi acaba? Şimdi bilimsel bir bilgiyi atlarız, yarın bütün sosyal medya bizi konuşur. Rezil olmak sorun değil de şöhret olmak zor geliyor.
“Şeb-i yelda” diyor eskiler. (İmlâyı bilerek böyle yazdım. TDK böyle yazmayın diyor. “Şebiyelda”1 şeklinde yazmamızı istiyor.) Bir de güzel bir beyit vardır bu geceyi anlatan.
“Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkit ne bilir
Müptela-yı gama sor kim geceler kaç saat”
Tamam, sakin olun Türkçeden Türkçeye tercüme edeceğim beyiti. Demek olur ki: En uzun gecenin ne olduğunu yıldızlarla uğraşan ve zamanla uğraşanlara, vakitleri ayarlayanlara sorma. Tasaya, derde düşmüş insanlara sor. Onlar sana söylesinler en uzun gecenin kaç saat olduğunu. Kim demiş bunu? Sabit mahlaslı bir şair.
Tabi tuzunuz kuru. Adamın derdini anlamadınız. Keşke hiç kimsenin derdi olmasa. Şeb-i yelda sadece mısralarda bir kavram olarak kalsa. Keşke.
Yazı yazarken biraz da bilgi edineyim dedim. Derinlemesine birkaç yazı buldum internette. Özetlemek gerekirse: İran mitolojisinde bu gece için kutlamalar yapılıyormuş. Bir nevi yılbaşı gibi. Yılbaşı kutlamalarını Batı buradan mı aldı acaba? Nihayetinde bunlar aynı kültürün çocukları. Ortak dil ailesinde olduklarına göre ortak bir kültürleri de vardır sanırım. Aslında kutlama gecenin uzunluğu için değil, uzayan gecelerin sonu geldiği için yapılıyormuş. Artık günler uzayacaktır. 21 Aralık’la birlikte “çile günleri” başlar. Kırk gün süren “zemheri” ve elli gün süren “hamsin” tam anlamıyla karakış günleridir. Soğuktan neremizin donacağı belli olmaz artık. Bu günler 21 Mart ile sona erer. Bu Nevruz’dur, yani baharın başlangıcı. Nevruz da yine İran mitolojisinde kutlanan bir gündür. Adının Farsça olması günün onlara ait olduğu görüntüsünü veriyor. Ama Türk kültüründe de baharın gelişi kutlamalarla karşılanmıştır.
Biz işin biraz da güzel kısmına bakalım. Kışın tam ortasında, havaların buz kestiği bir gecede şöyle çıtırdayan bir soba olsa. Sıcacık. Önce mis gibi tarçın kokan bir salep içsek. Yok yok önce çay içelim. Sobanın üstünde demlenmiş olsun. Oda çay koksun. Sonra sokaklarda biraz kar topu oynayalım. Kar varsa tabi. Bir süre sonra üşüyen ellerimizi sobada ısıtmaya çalışırken tarçınlı salebimizi yudumlayalım. Radyoyu açmayı unutmadınız umarım. Hangi kanalı açacağınızı daha önceki yazıların birinde söylemiştim.
Gece ilerlese, bir şiir kitabı alsak kitaplıktan. (Kitaplık vardır umarım evinizde.) Bir şaire ait olmasın kitap. Seçme şiirlerin bulunduğu bir kitap mesela. Sayılar söyleyerek o sayfada bahtımıza düşen şiirlerle mutlu olsak. Şiir defteri diyecektim aslında. Ama sizi zorda bırakmak istemedim. Şiir defteri tutan kaç insan kaldı merak ediyorum. Bahanemiz hazır. Teknoloji vurdu hepimizi. Sanki teknoloji hayatımıza girmeden önce şiir defteri tutmuşuz gibi. Gece eksik kalmasın. Şiir kitabı ve şiir defteri bulamadıysanız internetten bulup okuyacağınız bir iki şiire de razıyım ben.
Sonra Yahya Kemal Beyatlı’nın “Şeb-i yeldada uzar fecre kadar kıssa-i aşk/ Ta ki Mecnun bitirir nutkunu Leyla söyler.” mısraları takılsa dilimize. Ne demektir: En uzun gecede sabaha kadar sürer aşk hikâyesi ya da aşkın kendisi. Öyle ki Mecnun’un söyleyecekleri bitince Leyla başlar söze. Anlatır da anlatır.
Divan şiirinde şeb-i yelda bir imgedir. Sevgilinin uzun saçları için kullanılır. Uzunluk ve siyahlık bakımından saç ve gece arasında bir ilgi kurulmuştur. Sadece bu kadarla sınırlı değildir şairlerin hayal dünyası. Çünkü şeb-i yelda sevgiliyle geçirilen upuzun gecenin adıdır aynı zamanda.
Ah, 21 Aralık! Ah, şeb-i yelda!
Ve ah, uzun ve kara gecelerin uzun ve siyah saçlı sevgilisi…
- Şebiyelda kelimesi Farsçadan dilimize girmiş. “Şeb” gece demek. “Yelda” için Nişanyan sözlükten ve internetten aldığım bilgileri buraya ekliyorum. Farsça şab-i yaldā eski İran dininde Mithra’nın ve Hıristiyanlıkta İsa’nın doğum günü, 25 Aralık, noel” deyiminden alıntıdır. Bu deyim Aramice/Süryanice yld kökünden gelen yaldā “doğum, milad” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Aramice/Süryanice yəlad “doğdu” sözcüğünden türetilmiştir. Arapça vld “doğmak” fiili de aynı köke dayanmaktadır.
Mitra (Mitras ya da Mica [Mikail], Antik Farsçada Mica), Zerdüştlük dininde ahit, yemin, anlaşmadan sorumlu ilahi varlık. Sözleşmelere uyulmasını denetlemenin yanında her şeyi gören; gerçeğin, sığırların, hasadın ve suyun koruyucusu olduğuna inanılır. Mithra Zent dilinde bir sözcüktür. Mithra kelimesi, Farsçaya Mehr, Ermeniceye Mihr/Mher şeklinde aktarılmıştır. Farsçada bugün kullanılmakta olan mihr “güneş” kelimesi buradan gelir.
İran’da “Mithra”, Batı dünyasına geçişte ise Mithras oldu. Batı’da aldığı -s takısı ile gizli bir mistik kült hâline dönüştü. İran ve Hindistan’daki etkinliği önce Anadolu’ya, sonra Mezopotamya ve Avrupa’ya sıçradı. M.Ö. 4. yüzyılda Roma Cumhuriyeti’nde yaygınlaşan Mitraizm, kaynağını Fars ya da Zerdüşt kaynaklarındaki Mitra’dan alır. ↩︎
Sen de düşüncelerini paylaş!