“Yaşandı, bitti…” Argo sayılabilecek bir şarkı sözü bile olsa ne güzel özetliyor her şeyi. Evet, “yaşandı, bitti…”
Geçmiş… Kim değiştirmiş ki ben değiştireyim? Yorum yapmaktan öte ne gelir elden? Uzun nutuklar atsak da tek noktası değişmiyor, değişmeyecek. Acısıyla, tatlısıyla kabullenmek yaşanılır kılıyor hayatı.
Ne diyordu Mevlâna:
“Düne dair ne varsa
Dünde kaldı cancağızım
Bugün yeni bir gün
Yeni şeyler söylemek lazım.”
Bilseydik her sabah taze bir başlangıçtır ve her sabah dünya yeniden kurulur; ayaklarımıza pranga olmazdı yaşadıklarımız.
Ve yarın… Bir kuştur uzaklarda, cıvıltılarını duyduğumuz. Yaklaşırsınız, adım adım yaklaşırsınız ama o hep kaçar sizden. Kovalanan bir gölge gibidir. Ne kadar hızlı kovalarsanız o kadar hızlı kaçtığını görürsünüz. Kan ter içinde kalıp bırakıverdiğinizde kovalamayı, o da vazgeçer kaçmaktan, duruverir hemen önünüzde. Farkına varmadan alışırsınız, yarınlarla yaşamaya. Çünkü gölgenizi söküp atamazsınız kendinizden. Bütün ışıkları kapattığınızda bile gölgenizi hissedersiniz ya, işte öyle bir belirsizliktir yarın. Derseniz ki zindan karası gecelerde kaybolur gölgeler, bilin ki siz yoksunuz, ölüm kapınızı çalmıştır. Belirsiz bir gölge kadar bile olsun yarınlarınız yoksa önünüzde giden, ne anlamı kalır hayatın?
Peşimize takılan o gölge var ya, o, sizin geçmişinizdir. Dönseniz o da yön değiştirip takılacaktır peşinize. Çünkü, o sizi takip etmeyi sever. Arkamızda desteğini hissettiğimiz bir büyük gibidir. Hiçbir yardımı olmayacağını bilsek bile varlığı bizi güçlü kılar.
Ve biz bu iki gölge arasında tüketiriz hayat denen muammayı. Bazen dönmek gelirse de içimizden, umumiyetle ileriye doğru bir seyahattir bu. Biliriz ki hedefe ulaşmaktan çok daha güzeldir onun yolunda yürümek. Yarın budur. Bizim ‘bugün’ diye harcadıklarımız aslında kendisini elde etmeye uğraştığımız ‘yarın’ın ta kendisidir.
Ne güzel ifade edilmiş, kaleminize sağlık: “Bilseydik her sabah taze bir başlangıçtır ve her sabah dünya yeniden kurulur; ayaklarımıza pranga olmazdı yaşadıklarımız.”
Aslında biliyoruz bilmesine de yetmiyor bilmemiz…
İyilikle,
Teşekkür ederim Deniz.
Böyle sadece Deniz deyince kendimi ergenler gibi hissediyorum. Ardına hangi unvanı ekleyeceğimi bilemedim. Hanım mı demeliyim, bey mi? 😊
Eski yazılarıma yorum yapılınca daha çok seviniyorum. Demek ki kitabın sadece kapağına bakılmamış, içerisine de göz atılmış.
Bilmek bahsi açılınca Cahit Sıtkı gelir aklıma hep. “Bilmek yanmakmış büsbütün” der bir şiirinde. Şiirin öncesini bulup okursanız bilmenin pek talip olunacak bir şey olmadığını da göreceksiniz. 🤗
Merhaba,
Ben de “Cehalet mutluluktur” lafını severim Thomas Gray’in. “Ne kadar az bilirsen o kadar tatlıdır hayat” der.
Hoş bu bilmelerin hangileri bilgi, hangileri erdem ve deneyim o da tartışılır sanırım.
Bir de tabii galiba bilginin ne işe yaradığı meselesi var. Bilmenin faydası ne zararı ne mesela… Her zaman iyilik mi getiriyor bilmek, sanmam?
İyilikle,
Bilgi arttıkça sorumluluk artıyor. Dinde bile öyle değil midir? Deli için sorgu sual yok. Akıl varsa sıkıntı var. 🙂
Bunun devamı var mı blogta? Zira tadı damağımda kaldı:)
Devamı yarın! 🙂
Birbirinin devamı olacak yazılar yazamadım hiç. Yazanlara imreniyorum.
Bütün bir yazı hayatı düşünülünce aslında her yazı bir öncekinin devamı değil midir? Her yazar yazdıkça daha iyiye doğru gider. Kendi adıma eski yazılarımı okuyucu üzülüyorum. Çünkü şimdi karaladığım metinler eskiye göre çok sönük. Eskiden daha çok önem vermişim yazılarıma. Acı ama gerçek.
Çok haklısınız aslında ben de eskiden yazdıklarımı yavaş yavaş güncelleyip eklemek istiyorum.