Sevgili Emel,
Bir gün bir düdük öter, bir gemi gitgide ufalır ufukta. Korkunç yalnızlığıyla baş başa bir adam kalır rıhtımda. Ümit Yaşar’ı okuduysan bilirsin bunu. Okumadıysan, söylediklerimin bir karşılığı yoktur.
Gitmek bir zorunluluk olduğunda ne durdurabilir insanı? Sanırım hiçbir şey. Seni de hiçbir şey durduramaz artık. Gitmelisin.
Nereye? Ah bilsem! Şarkılarda, şiirlerde bahsedilen güzel diyarlar nerededir, nasıl gidilir, oralarda kalınır mı, kalınırsa ne kadar kalınır, hiç öğrenemedim. Anlayacağın Kaf dağını hiç bulamadım.
Giden, daha iyi bir âleme gideceği için yol alır, düşüncesiyle hep hüsn-ü zan besleriz biz. İçinde bulunduğumuzdan daha güzel değilse menzilimiz niye yola çıkar ki insan?
Gidiyorsun. Kimse el sallamasın ardından. Kimse pencerelerine koşmasın yorgun trenin. Kimse, rıhtımda, peronda, garda bir dağ başı yalnızlığıyla kalmasın. Kimse gelmesin vedaya. Çünkü kalanın acılarını götürmez giden. Gidenin gitmeyen acılarıdır kalana kalan.
Ulaştığında yeni menziline, buraya dair bir hatıra, bir yaşanmışlık, bir öykü acıtacak yüreğini. İnce bir sızı gibi… Bir kıymık gibi…
Ne kalacak elinde, bilemiyorum. Belki bir ders defteri. Azı gitmiş, çoğu kalmış. Heba olan bir ömrün yaşanamamış yılları gibi, çoğu kalmış. Daha ilk sayfasında kurumuş aşk lekesi. Ortasından ok geçen kalbin hatırası. Belki bir kitap… Sayfalarına küçük notlar düşülmüş. Şimdi hiçbir anlamı olmayan. Arka kapağının içine bir de dörtlük mü yazılmış? Sevdanın en koyu yaşandığı zamanların birinde bir yürek yanılgısı olarak kaleme alınan. Cildinin hafif bozulduğu yerde bir gül kuruduğunu ve onun yıllardır orada olduğunu sen de biliyorsun.
Belki bir hatıra defteri de kalır o zamanlardan. Herkesin, herkesin yazdığını -gizli bir mektubu okuyormuş hazzıyla- okuduğu… Üç beş farklı cümlenin dışında bir şeyin yazılmadığı. Biraz pembe, biraz mavi, ama hep ümit dolu dileklerin satırlarda yer bulduğu… Hani biraz da yalanın, riyanın kol gezdiği…
Sonra fotoğraflar kalır o günlerden. Eskiden olsa siyah beyaz olur, derdim. Şimdi renklisini bile tutmuyor ellerimiz. Sanal fotoğraflarla avutuyoruz gönlümüzü. Ve bilgisayarlarda hiç eskimiyor fotoğraflar, hatıralar. Alıp koklayamadığın, bağrına basamadığın bir fotoğrafın hatırası ne kadar yaşanır ki? Ardına iki satır yazılmamışsa. Mürekkebi dağılmamışsa…
Hepsini aldın mı yanına? Bunlar da senin olmalı: Bu gülüş, bu sitem… Duvarlardan, aynalardan süzülen. Söküp al onları da. Ve git!