2020 yılında hiç yazı yazmadığımı fark edince hemen kaleme -daha doğrusu klavyeye- sarıldım. Bu yazıyı bir üniversite hastanesinin göz bölümünde sıra beklerken yazıyorum.
Sağlık büyük bir nimet. Günlük hayatın curcunası içinde fark etmediğimiz… Yolumuz hastanelere düşünce fark ediyoruz bunu. Elimizdekini yitirmeye başlayınca kıymete biniyor her şey.
Hastaneler eskiye göre daha düzenli. İşleyiş, teknolojinin akışına bırakılmış. Sorunsuz ilerliyor. Üç dev ekranda listeler sürekli akıyor. Sırası gelen kalkıp gidiyor.
Hastaların yaş ortalaması epey yüksek. Genç, yok denecek kadar az. Yaşlıların önemli bir televizyon programını izliyormuş gibi gözlerini ekrandan ayırmamaları çok komik. “Sıramız geçer” korkusu sanırım bu.
Yolu ilk kez buraya düşenler, acemi hallerinden hemen belli oluyor. Bazıları önündekini takip ediyor yapacakları için. Bazıları birilerine sorup işleyişi kavramaya çalışıyor.
Sıra bekleyenler içinde huzursuz kimse yok. Herkes halinden memnun. Yaşlılar sağında solunda oturanlarla sohbeti ilerletmiş, hastalıklarının geçmişini irdeliyorlar. Yaşı biraz daha genç olanlar telefonlarına gömülmüşler sosyal ağlarda -büyük ihtimalle “feys”te çünkü feys artık bir yaşlı sosyal ağı olarak anılıyor- vakit öldürüyorlar. Ben de yaşça bu grubun içindeyim. Ama bir farkla: Benim feysim yok.

Yazının burası korona virüsünden sonra kaleme alındı. Araya giren farklı sebeplerden dolayı yazıyı bitiremeden. Birkaç gün sonra virüs haberleri ülkenin dört bir yanında insanları tedirgin etmeye başladı. Yukarıda anlattığım sahneler bugün de yaşanıyor mu bilemem. Belki…

“Belki” deyip yarı bırakmışım yazıyı. Üstelik ikinci kez. Hangi sebepten dolayı yarım kaldığını hiç hatırlamıyorum. Çok zaman geçmiş üzerinden. Korona hâlâ ülke ve dünya gündeminden çıkmış değil. Ukrayna-Rusya savaşı nedeniyle biraz arka planda kalsa da önemini koruyor. Tedbirler eskisi kadar sıkı değil. Maske hemen pek çok ülkede terk edildi. HES kodu gibi saçma sapan bir uygulamadan vazgeçildi. Gerçi benim hiç HES kodum olmadı, ne işe yarar onu bile pek bilmiyorum. HES deyince benim aklıma iki şey geliyor. Birincisi hidroelektrik santrali. İkincisi bir marka olarak HES Kablo.
Şimdi neden döndüm bu yazıya? Döndüm çünkü korona olmuşum. Grip olduğunu düşündüğüm boğaz ağrısı üç gün boyunca şiddetini kaybetmeyince bir sağlık kurumuna gitmem gerekti. Bu yüzden test yaptırmak zorunda kaldım. Koronasın dediler. İnandım ne yapayım. Test yaptırmamış olsam korona kendi halinde gelip geçecekmiş zaten. Şimdi zorunlu olarak beş günlük karantinam var. Ülkede koronanın en yaygın olduğu ve önüne geleni alıp götürdüğü günlerde bile hiç karantinada kalmamış, o dönemde yaptığım iş gereği kapanmalarda bile hep sokağa çıkmış biri olarak şimdi karantinaya mecbur kalmak biraz ironi oldu benim için.
Neyse artık, olan oldu. Beş günlük karantina süremin ilk günü geride kaldı. Boğaz ağrım devam ediyor. Onun dışında ciddi bir problem görünmüyor. Geçecek inşallah. Siz yine de dua etmeyi ihmal etmeyin. Daha kolay geçip gitsin bu hastalık.
Unutmadan söyleyeyim. Aşı olmadım. Pişman değilim.
Yazıyı taslaklara ilk olarak 2020 yılının ocak veya şubat ayında eklemişim. Hep söylerim hayatta hiçbir şey öylesine gerçekleşmiyor diye. Bir kader çerçevesinde olup bitiyor her şey. Tam iki yıl sonra korona olduğum bu zamanı bekliyormuş işte yayımlanmak için. Aslında bu yazının amacı bir hastane gözlemi yapmaktı. Annemin göz muayenesi için hastanede idim. Sıramız gelince yazıyı yarım bırakmış olmalıyım. Kısmet korona olunca tamamlamakmış.
Sen de düşüncelerini paylaş!