Sevgili Ayşegül,
Andaçlarda yer almasını istediğin birkaç güzel satır vardı, bu sayfayı karalayanın kaleminden çıkmış olan. Bir iletişim kazasıdır oldu işte. Kısmet daha özel defterlerde buluşturdu bizi. Böylesi daha güzel.
Zamanı durduramadık. Geldiğin günü bulamadım kayıtlarımda. Ama gittiğin gün (ya da gideceğin gün) bir kıymık gibi batıyor yüreğime. Ve acıtıyor. Her haziran aynı hüznü yaşayan biri olarak biliyorum ki, yine kapıyı çalacak zamansız gidişler. Çare yok, öyleyse git!
Burada neyi bıraktığın değil asıl olan, buradan ne götürdüğündür. “Zeybekler” ifadesini zihninin bir köşesine kazıdıysan, ya da kırmızı bir karanfil gibi hep yakanda taşıyacaksan ve de bir onur vesilesi olacaksa bu sıralardan geçmiş olmak, bırak çalsın kapıyı vedalar.
Yarına dair içimde hiç umutsuzluk yok benim. Umarım sen de aynı hâl üzresindir. Yeise düşecek ne var ki zaten? İnanıyorsak üstün olduğumuzu biliyoruz. Ayaklarımız sendelemiyor, çünkü sağlam bir terbiye aldık. Hayata direnebiliyoruz, edindiğimiz birikimler sayesinde. Dopdolu koşuyoruz yarınlara…
“Beni unutma”, “Seni hiç unutmayacağım” basitliğinde olmamalı vedalar. Bırak, buna zaman karar versin. Bir “hatıralar çöplüğü”yse mazi, eskiyen her şeyin yolu oraya düşer bir gün. Yaşananlar henüz yaşanıyorken yani mazi olmamışken kıymet bilinmeli. Kalkalım. Birazdan gelecek tren seni götürecek. Bana, el sallamak kalıyor yine. Hep olduğu gibi. Alıştığımız gibi.