Sevgili Pelin,
Bugün ağlama. Duvarlar, ses vermeyen bir sağırdır bugün. Bir damla gözyaşının yankısını duyacak kadar sağlıklı değil yürekler. Oysa tek damlanın yankısı dahi nerelerden duyulurdu!
Bir mahşer yeri gibi olur haziranda okul bahçeleri. Herkesin bir yöne koştuğunu görürsün. Bir telaş, bir telaş… Kimse kimseyi görmez. Kendi derdindedir bütün âlem. En yakınlarını bile göremeyecek kadar sağırdır bakışlar.
Ağlama, duymayacaklar.
Yorgun şarkıların yorgun melodilerini duyacaksın kantin köşelerinde. Dört yılın hesabı bir adisyon fişi gibi duracak masada. Belki de “Üstü kalsın!” diyeceksin. Verdiğinin, aldığının ne kadarını karşıladığına bakmadan. Üstü kalsın! Kalkıp gidersin. Kulaklarında o yorgun şarkı: “Hesabım kalsın mahşere / Kafama sıkar giderim.”1
Haziran ortası bir yerlerde mahşere dönen okul bahçesinde parçalanmış defterler, kitaplar göreceksin. Kitabı solundan verilip de beğenmeyenlerin tavrını hatırlayacaksın. Hangi kitabın hangi beğenmezlikle parçalanıp atıldığı meçhulün olarak kalacak. Oysa bu bir yüzleşmedir. Kendi yazdıklarını inkâra kalkışacak kadar gerçekçi bir yüzleşme. Velhasıl parçalanmış defter ve kitapların arasında kurtuluşu müjdeleyen bir cümle arayacaksın. Bir cümle çok. Bir kelime arayacaksın. Eline aldığın her kelimenin bir kar tanesi gibi avuçlarında kaybolduğunu göreceksin. Ömrü bir kar tanesi kadar olan sevinçler. Varla yok arası.
Son kez bir karne almanın hüznünü henüz bilmiyorsun. En kıymetli olması gerekenin en değersiz olduğu o son haziran ortasında elinde tuttuğun belge bir karneden çok fazlasıdır. Hepsi bir yana, bir daha “bura”lı olamayacağının somut delilidir. Bir yönüyle kapıya konuluşun belgesidir. Gitmek zorunda oluşun… Çaresizliğin… İçindekilerden çok, belgenin zati değeridir çaresizliği artıran.
Artık ben susuyorum, sen söyle. Hazırlıksız, provasız. İçinden geldiği gibi. Bilinmez anlamlar yüklemeden kelimelere. Konuşanı, dinleyeni, en çok da kelimeleri yormadan. Yerli yerine oturmamış olsa da fikirler herkesin bir hikayesi vardır, diyerek başla söze. Arkası gelir nasılsa. Önce dinlemiyor görünür insanlar. Ümitsizliğe kapılma ve önemseme. Sen anlat bildiklerini. Hayata bırakılan hiçbir kelime kalmaz orta yerde. Arar bulur mecrasını. Kötülük de yeşerir, iyilik de. Yabani otlar kaplamayacaksa yürekleri, ne ektiğine bakmalısın. Dikenler bürümeden yüzleri ve dilleri, güller açtırmalısın en çorak gönüllerde bile. Dildeki bütün menfilikler güldeki kadar olmalı. Güle anlam katan, güle güllüğünü hatırlatan diken kadar olmalı. Varlığını hissettirmeli ama gülü gölgede bırakmamalı.
Sonra susmalı. Şöyle uzunca bir susmalı. Anlatılamayan her şeyi suskunluğa emanet edip gözyaşlarına kulak vermeli.
Hani ağlamayacaktın!
- Yusuf Hayaloğlu, Giderim ↩︎