“Artık demir almak günü gelmişse zamandan / Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan”1 mısralarında anlamını bulan bir ayrılık olacak bu. Demir almanın vakti değil belki. Ama yine de ayrılacaksınız siz bu limandan, ayrılmak zorunda kalacaksınız.
Sizi hangi sebep bir araya getirdi, düşünmemiştiniz. Bildiğiniz bir doğru vardı; o da, okuyacak, büyük adamlar olacaktınız. Hani mutluluk bile vadetmişlerdi.
Geriye dönüp baktığınızda hatırlayacaksınız elbette; hüzünlü bir eylül sabahı başlamıştı bu yolculuk. Hüznü bilmediğiniz zamanların birinde… Hangi sevinçler vardı içinizde kim bilir? En çok bayram sabahlarının sevinci olmalıydı göz bebeklerinizde. Ama bilmediniz.
Acele etmeyin, birazdan “özgür çocuk”lar olacaksınız. Okula geç kalma endişesi taşımadan uyanacaksınız sabahları. Zorla kalkmasanız da artık yataktan, zorla kalacaksınız evde. Okula yetişmek için acele ederken boğazınıza dizilen lokmalar, bu kez okulsuzluğun ıstırabıyla boğazınıza dizilecek.
Artık kimse sizi sınıfınızdan bir yerlere çağırmayacak. Bir gün yolunuz düşecek, uğrayacaksınız. Çağrıldığınız mekânlarda misafir edecekler sizi. Ne gelişinizden haberi olacak insanların, ne gidişinizden. Gerçektir ama yaşamadınız.
Sanırım siz hayatın en güzel yıllarının yurtlarda geçtiğini de fark etmiş değilsiniz. Yemek kuyruklarında ite kaka ilerlediğiniz dakikalar kadar güzel ilerlemeleriniz olacak mı sanıyorsunuz yarınlarda? Siz en güzel uyku saatlerinizi de etütlerde geçirdiniz. Kuş tüyü yastıklarınız olsa bir kitabın üzerine başınızı koyup uyuduğunuz kadar huzur dolu olmayacak yataklarınız.
Hele o, gece yarılarına kadar uyumayıp bütün sırlarınızı ifşa ettiğiniz yatakhaneleriniz… Siz sanır mısınız ki, beş yıldızlı otellerin lüks odaları buralardan daha rahattır?
Nöbetçi olduğunuz günler… Yazılıdan zayıf alıp saatlerce ağladığınız sıralar… “Of ya! Şimdi falan hocanın dersi var” dediğiniz ama kıymetini yeterince bil(e)mediğiniz dersler… Bitecek hepsi…
* * *
Oysa şimdi bir gemi demir alıyor yavaş yavaş. Önce “Hoşça kal, allahaısmarladık!” sesleri duyuluyor etrafta. Sonra birbirine karışıyor veda cümleleri, hıçkırıklar… Kimse kimseyi görmüyor, duymuyor. Bir mahşeri andırıyor sığındığınız liman.
Kimi dokunsak ağlayacak, kimi köşelere çekilmiş gözyaşlarını saklıyor, kimi hıçkırıklarıyla velveleye veriyor okul bahçesini. Kimi, kimin avuçlarına bırakacağını bilememiş, içine hapsetmiş gözyaşlarını. Henüz ağlamadınız.
Ve geride kalanlar, rıhtım taşlarını gözyaşlarıyla eritenler… Günlerce siyah ufka bakan biçare gönüller… Onların donuk yüzlerine bakıp gidişinize dair bir hüzün yok diye eseflenmeyin sakın. Yağmursuz günlerde çıkan gökkuşaklarının sırrını hiç mi merak etmediniz? Öyle ya, insan ağladı mı, sonrasında bir gökkuşağı oluşmalı semada.
Hiçbir ayrılık yoktur ki, gidenden çok geride kalana dokunmamış olsun. Varsın son söz yine şairin olsun:
“Derken bir düdük öttü ansızın,
Bembeyaz gemi gitgide ufaldı
Korkunç yalnızlığıyla baş başa
Rıhtımda bir adam kaldı”2
Kaleminize sağlık, ince dokunuşlarla şekillendirmişsiniz yazınızı. Ben de ayrılığa dair Ayrılık İstasyonu ismiyle bir yazı kaleme almıştım bloğumda.
Teşekkür ederim zaferb.
Bahsettiğiniz yazıyı bir iki hafta önce okumuştum. Siz deyince tekrar okudum. Güzel bir yazıydı. Blogunuza yolumu düşürmeye çalışıyorum. 🙂
Hicbir ayrılık yoktur ki ,gidenden çok kalanlara dokunmasın .Hep merak eder dururum, giden mi üzülür yoksa arkada kalanlar mı? Cevabı bilinmeyen bir soru olarak kalacak sanki..
Elbette her ayrılık gidenden çok kalana dokunur. Çünkü giden zaten yeni bir hayata yelken açmak için gidiyordur. Oysa kalan… Ne gidenin gidişine engel olabilmiştir ne de gidenin peşine düşebilmiştir. Ümit Yaşar Oğuzcan’ım “Rıhtımda” başlıklı şiirinde kalanın durumunu çok güzel anlatır: “Korkunç yalnızlığıyla başbaşa / Rıhtımda bir adam kaldı”