Sevgili Tuğba,
Ben bu yazıya başladığımda havai fişekler atılıyordu. Çılgınlar gibi eğleniyordu insanlar bir yerlerde. Bir bitişin kutlaması yapılıyordu. Sorsaydın belki “yeni gelen yılı kutluyoruz” diyeceklerdi. Nihayetinde 2014 bitmişti ve onun bitişiyle başlamıştı gösteri.
Hayatta pek çok bitiş böylesine gösterilerle kutlanıyor. Mezuniyetler buna dâhil.
Antalya’nın sıcak haziran akşamlarının birinde havai fişeklerle olmasa da birtakım eğlencelerle yolcu edecekler sizi Halil Akyüz Anadolu Lisesinden. Cismen orada olsam bile fikren beni bulamayacaksın o kayıp gecelerin içinde.
Sen ve arkadaşların yaşanan an’ın akışına kapılıp hissetmeyeceksiniz gecenin ilerleyen saatlerinde (ve yarınlarda) sizi bekleyen derin hüznü. Sıcak bedenlerde hissedilmeyen bir acı gibidir bu. Soğudukça vücut, ince ince sızlamaya başlar. Dayanılmaz bir hal alır bazen. Mezuniyetler böyledir.
2011 Eylül’ünde “Halil Akyüz” ikimiz için de yeni bir başlangıçtı. Dört yılda aynı havayı teneffüs ettiğimiz zamanlar çok az yazılmış kaderimize. Ne kadar yazılmışsa hepsine razıyız. Fazlasına gerek duyulsaydı fazlası da yazılırdı elbette. Böyle inanmışız.
Gideceksin. Bu da bir kaderdir. Giderken bir şarkı dolanacak diline. İlk kez nerede ve ne zaman dinlediğini hatırlamadığın bir şarkı. Sahte kalabalıklar kaybolunca tek başınalığın ürkütücü hüznünü bulacaksın yanında. Hâlâ dilindeyse aynı şarkı, haykır karanlığa doğru: “Ey sevda kuşanıp yollara düşen / Bilesin bu yollar dağlar dolanır / Yâre ulaşmadan düşersen eğer / Yarına sesinin yankısı kalır”1
Keşke kalsa yarına sesimizin yankısı? Daha ne ister ki insan! Tuğba gitmiş ama sesi kulaklarda hâlâ. Adı kalmış dillerde. Kime sorsan “hayır” cümleleri dökülüyor dudaklardan. Hayırla anılmak değil miydi muradımız?
Yıllıklar için yazılmış yüzlerce benzer yazının içinde anlatıcının dilinde manaya dönüşemeyen cümlelerin derdini bir gün anlarsın.
Ama önce gitmelisin. Ardında bıraktıkların olmalı. Hatırası her dâim taze. Unutulmuş kelimeler, yarım bırakılmış cümleler… Şairsiz kalmış mısralar gibi savunmasız ve yalnız hissettiğinde dilin künhüne vakıf olur, belki kırık dökük cümlelerimde bir mana kırıntısı bulursun.
Ön sırada oturan bir Tuğba vardı hani! Sessiz. Ne kadar sessiz? Bu yazıyı istemek için dahi olsa cümle kuracak cesareti kendinde bulamayan. Ne kadar da sessiz! Duadır, yine hep en önlerde olasın. Bir gün dili çözülür insanın. Sen sussan da kelimeler konuşur. Vakti bellidir:
“Bu kente yalnızlık çöktüğü zaman”2