Bu hafta kelime oyunu için yazı yazamadım(!). Hiç olmazsa yazılanları okuyayım diye telefonu elime aldığımda daha ilk yazıda gereksiz tartışmaların yaşandığını gördüm. Üzüldüm.
Bloglar bizim özelimiz ve biz burada istediğimiz gibi at koşturuyoruz. Ama burada sınırsız bir özgürlüğümüz olduğunu sanmıyorum. Ki kendisine yazar sıfatını yakıştıran saygın biri saygınlığını hiç kaybetmemeli. Eleştirinin -hakarete varmadığı sürece- her türlüsüne hazır olmalı. Hatta yapılan eleştirinin esere mi şahsına mı yapıldığını ayırt edebilmeli. Eserine yapılmayan eleştirilere cevabını onları dikkate almayarak vermeli. Sakin kalabilmeyi bilmeli.
Bir de şu güvenceyi verebilmeli okura: Gel, oku, istifade et, keyif al, zihnini dağıt, hayallere dal, değerlendir. Burası görünürde benim olsa da aslında senin.
Bir blogda okuduğum yazıdan sonra yapacağım yoruma dair zihnimde bir fikir oluşur ama bunu hemen yazıya dökmem. Benden önce yapılmış yorumları da okur öyle yazarım. Tartışmaya baktım ciddi bir şey yok. Yatıştırmaya çalışan birkaç yorum, alevlendiren birkaç satır. Çoğunluk çekirdek çitleyen grupta. Twitter’da sürekli gördüğünüz o üçlü var ya çekirdek çitleyen işte onlar gibi. Bir tartışma çıksın, seyredelim modunda.
Böyle durumlarda insan kendini çaresiz hissediyor. Sokakta iki insan dalaşıyor olsa önemsemezsiniz belki. Ancak eli kalem tutan insanlar kavgaya tutuşunca ruhunuz daralıyor. Ümidinizi kaybediyorsunuz.
Yazarın en büyük kavgası kelimelerle olmalı bence. Böyle bir kavgadan galip çıkan yazar var mı bilmiyorum. Kelimelere söz geçiremeyenlerin hıncını başkalarından çıkarmak istemesi gibi geliyor bana bu tür basit tartışmalar. Edebî kavgalara evet, sokak tartışmalarına hayır!
Bu yazıya başlarken planladığım şey bu değildi. Okuduğum yazılardan birine nazire yapacaktım aslında. O “koca nasıl olmalı” sorusunun cevabını aramıştı. Ben de “kadın nasıl olmalı” diyecek ve birkaç cevap verecektim kendimce.
Şöyle sade, dingin, huzurlu, mutlu bir yazı yazayım istedim. Yazmaya başladım. Sildim, tekrar başladım. Bir daha sildim, bir daha başladım. Olmadı, kadın nasıl olmalı sorusuna cevap yazamadım. “Kadın dediğin karım gibi olmalı” diye bir cümle kurdum içimden. İyi ama onu burada anlatamam ki. Vazgeçtim. Sözü bir büyük şaire bıraktım ben de.
Kadınlar bilirim ülkeme ait
Yürekleri Akdeniz gibi geniş, soluğu Afrika gibi sıcak
Göğüsleri Çukurova gibi münbit
Dağ gibi otururlar evlerinde
Limanlar gemileri nasıl beklerse
Öyle beklerler erkeklerini
Yaslandın mı çınar gibidir onlar sardın mı umut gibi.1
Kelime oyunu 12. haftasına geldi. Ve ben yine yazdım. 🙂
Bu yazıda biraz acımasız davranmış olabilirim. Ki doğrudan birini hedef almadım. Ortaya karışık söyledim. Yazılan yazılar, yapılan yorumlar… Söylenecek çok söz var aslında. Ama “Sözün hepsi deliye söylenir.” diye güzel bir atasözü var. Bu yüzden susuyorum.
Bu haftanın kelimelerini sevgili Makbule Adalı verdi. Haftanın kelimeleri: saygın, çaresiz, sade, sakin ve güvence.
- Erdem Bayazıt, Sana Bana Vatanıma Ülkemin İnsanlarına Dair ↩︎
Hiçbir insan kusursuz değildir. Kendimi yazar olarak da görmüyorum. Bence her iki satır yazı yazan yazar olmaz.
Konuya gelirsek,
Söylenen söze yazdığım yazı için söylendi diye kızmadım ben. Ilkten anlamaya çalıştım zaten ne olduğunu. Sonra daha tam anlamadan gördüğüm başka bir yorumuydu aslında üzen. Ben o an bile niye bu kadar tepki verdiğimi anlayamadım. Taki sabah sizin yorumu okuyana kadar. Anladım ki , o kişi bana kendimi değersiz hissettirmisti. Sadece yazıdaki o tavrıyla yorumuyla değil. Öncesinde de olan, bana yansıyan hali tavrı ile birleşti bu durum. Sonuç bu.
Burda bazı şeyleri yazarak anlatırsınız. Iletişimi yazarak yaparsınız. Yani aslında bir konuşmaydı okuduklarınız. Bir sokak kavgası değil. O gözle bakmak lazım. Yanlış mıyım…
Bu yorumunuzdan önce aşağıda başka bir yorumunuza cevap verdiğim için ve tartışmanın gereksiz yere uzamaması için kısa bir cevapla yetiniyorum.
Nasrettin Hoca’nın fıkrasına döndü bu iş. Demiş ya hoca: Sen haklısın, o da haklı. Valla hanım sen de haklısın!
Hepimiz haklıyız.
Eleştiriler konusunda yazdıklarınıza katılıyorum; ama yazarın özgürlüğü konusunda aynı görüşte değilim. Hayatın her alanında kendimizi kısıtlayarak yaşama durumunda kalıyoruz. Bu yüzden bu tür platformlarda özgür olmamız gerektiği kanaatindeyim. 🙂 Tabii sizin şahit olduğunuz olaya denk gelmedim. Burada yeni olduğum için henüz takip ettiğim çok blog yok. O yüzden daha fazla o konuda yorum yapamayacağım 🙂
Bu haftanın kelimeleri güzelmiş. İçimden gelirse ben de yazarım umarım bir yazı 🙂
Ben de sizin gibi burda yeniyim ve insanları tanımaya çalışıyorum. Yapılan tartışmaya denk geldim ancak konuya vâkıf olmadığım için hiçbir yorum yapmak istemiyorum. Edip Bey kaleminize sağlık, yazınızı çok beğendim:)
Teşekkür ederim Gülten.
Tartışmayı unutalım gitsin. Hayat devam ediyor. Fazla takılmaya gerek yok ve dahi üzülmeye.
Unutma, hayat üzüntüye mağlup olanlara ait değildir.
Tabiki 😉
Teşekkür ederim.
Yazarın özgürlüğü konusundaki genel fikrim insanın özgürlük alanı ile doğru orantılıdır. Nasıl insan sınırsız bir özgürlükten bahsedemiyorsa yazar için de aynı şey geçerlidir. Evet, bloglarımız bizim özgür alanlarımız. Ama bu her istediğimizi istediğimiz şekilde söyleyeceğimiz anlamına gelmiyor.
Kelime Oyunu 12 ile ilgili eleştirilerinizi okumak için gelmiştim. Okuyamadım. Aslında her şey sanki bir oyuna dönüştü. Tek kişilik oyunlar, iki kişilik oyunlar, kuralların olmadığı oyunlar. Ben kuralsız oyunlara pek alışık değilim.
Hayatımda yalan söylemedim. biraz sonra yazacağım. Özellikle bekledim; inanıyorum ki sakin düşünebilmek için biraz beklemek gerekir.
Mantıklı olan her insan elbette söylediklerinize katılır. Ama bir olayı değerlendirmek için karşılıklı tarafları dinlemek gerekmez mi? Bizler yetişkiniz. Çocuklar gibi davranmayı kendime yakıştıramıyorum.
Yıllardır blogdayım. Bu, karşılaştığım ikinci tatsız olay. Belki bir başka arkadaş sözünü söyler, geçer. Ben yapamam. Ne KIRMAK, NE KIRILMAK İSTERİM.
Yukarda da yanlış yazılmış ama hiç önemli değil. Bu haftanın kelimelerini ben vermiştim. Saygın, sakin, güvence, çaresiz, sade. Aklımdan ne öyküler geçiyor, bilseniz. Sanki bilerek seçmişim.
Katkınıza teşekkürler. Esen kalın.
Öncelikle haftanın kelimelerini kimin verdiğine dair yaptığım hatalı bildirimden dolayı özür dilerim. Bağlantıyı ve bilgiyi düzelttim. Sonuçta dönülmez yanlışlar değil bunlar.
Bu tarz tartışmaların içine bilerek girmedim bugüne kadar. Biliyorum ki ne kadar doğru şeyler söyleseniz ve tarafsız kalsanız da birileri sizin taraf olduğunuzu zannedecektir. Ki bu yazımda da zaten hedef göstererek bir şey yazmadığımı özellikle vurguladım. Yüz yüze iken bile insanlar birbirini anlayamazken sanalda bu anlaşılmazlığın daha fazla olması çok doğal.
Yıllardır blog yazıyorum ve bilerek bu tarz etkinliklere katılmıyordum. On hafta boyunca kendime eğlence olması için yazılar yazdım. Bu on haftalık süreç gösterdi ki blog yazarları sadece “blogger”mış. Bunu üzülerek söylüyorm. Maksat kesinlikle yazı yazmak falan değil. “Herkes beni okusun, beni övsün” noktasındayız henüz.
Daha önce de birkaç tartışmaya şahit olmuş ve blogger âleminin benim için olmadığına karar vermiştim. Bu kararım üzerinde bir kez daha düşüneceğim.
Amacım sizi ve birilerini kırmak değil. Olamaz da zaten. Benim asıl eleştirim basit olayların abartılmasına idi. Sanırım ben de yanlış anlaşıldım. 🙂
Yazıp yazmamakta kararsız kaldım.
Ama içimde kalmasın diyor ve yazıyorum.
O basit dediğin olayı, ayrı bir konu başlığı altında ele alıp hakkında yazmak abartmak olmuyor mu peki …
Konuda yazar idik sonra bir anda blogger olduk. Ki sadece okunma peşinde koşan bir blogger hemde.
Burda bir tarafım ve evet her lafı üstüme alıyorum.
Siz nasıl özgürce yazabiliyorsaniz bende kendi hislerimi özgürce yazdım. Kimin ne düşündüğü zerre umrumda değil demek isterdim ama yinede üzülüyorum.
Bir şey daha.
Ben yanlış yazmadım. Siz yanlış anladınız. Arada çok büyük fark var. Belirtmek isterim. Bu sözlerim konunun diğer tarafı olan kişiye. Size değil.
Sanırım tartışma iyice çıkmaza gidiyor. Yazdığım her yazının ve yaptığım her yorumun arkasında durabilirim. Yanlış anlaşıldığım yerleri düzeltmek isterim sadece.
Şunun üzerine basa basa bir kez daha söyleyeyim öyleyse. Ne bu yazının ne de altındaki yorumların hedefine birilerini koydum. Buna gerek yok ki zaten. Yani hiç tanımadığım iki insanı ne diye hedef tahtasına koyayım?
Ben ısrarla olaylara dikkat çekmeye çalıştım, çalışıyorum. Alınmak isteyen varsa buna müdahale edemem doğal olarak.
Yukarıdaki yorumda kullandığım ‘blogger’ kavramı bu âlemin bütün üyeleri için geçerli bir kavram. Bununla ilgili ayrıntılı bir yazı yazacağım ilerleyen günlerde.
Bu yorumu yazarken de yazımı tekrar tekrar okudum. Zihnimi tartışmadan soyutladım. Baktım, yazının hedef aldığı biri yok. Tartışmayı hiç bilmeyen biri yazıdan yeterince istifade edebilir.
Tartışmanın tarafı olan iki arkadaş benim yazımı unutsunlar. Bir üstteki yorumda hangi ifadenin kime söylendiğini tam anlayamamış olsam da ben her iki arkadaştan da gerçekten özür dilerim. Kavgalarına salça olduğum için. Ben çekirdek çitleyen gruba dahil oluyorum izninizle.
İnanın yanlış anlamadım, alınmadım da sadece düzeltmek istedim. Yazdıklarınızı övgüyle karşıladım: Objektif, tarafsız bir yazı idi, Bu konuyu ben kafamda bitirdim. Tekrar tekrar açılmasından da huzursuz oluyorum. Ben bir tek siz yorum yazınca size detaylara inmeden yazdım. Oysa…
Tekrar olabildiğince tarafsız görüşünüz için teşekkürler. Ben noktayı koyuyorum.. Zaten 3 gün bekledikten sonra yazmıştım,
Esen kalın.
Bazen hiç istemeden de olsa bu tür iletişim kazaları olabiliyor.
Mevlana’nın güzel bir ifadesi var, onunla nokta koymak istiyorum bu tartışmaya.
“Kötü idiysek göçüp gittik
Kötülüğümüzle
İyi idiysek hayırla anın bizi”
Bende bu hafta ki konuda saygınlık üzerinde durarak her şeye rağmen bir dağ gibi durmanın nasıl saygınlık kazandırdığını işlemeye çalıştım, pek içime sinen bir hikaye olmasa da. Bu malum olaya gelince insanların kavga edebilme özgürlüğüne sahip olduklarını düşünüyorum. İnsan her zaman aynı psikolojiye sahip olamaz. Her durumda ve her olayda aynı duruşu sergileyebilen insanlar çok nadirdir. Genelde de bu kişiler hayattan meyvelerini toplamış, son baharında olan, tüm farkındalığı yaşamış, bireylerdir. İnsan tecrübe kazanarak, ilimle, bilimle gelişir. Saygı bu üçlemenin sonucudur. Bazen bu üçlemenin birinde sıkıntı oluşabiliyor. Buna eşref saati de deniyor. Pekala bu sebeple ben bu tip diyalogların olabileceğini ve insani bir durum olduğunu ve pekte uzatılacak hususlar olduğunu düşünmüyorum. Tabi bu husus sizin görüşünüze katılmadığım anlamına da gelmiyor. Burada tek bir şey söyleyebilirim. Bir söz mü söyleyeceksiniz? Bir söz mü yazacaksınız? O zaman önce bir tebessüm edin. Sonra yapacağınızı yapın, mutlak sonuç iyi çıkacaktır.
Teşekkür ederim Arif.
Bak, olay unutuldu bile. Ben cevap yazmayı epey öteledim. Böylesi daha iyi oldu. Fikir belirtme özgürlüğümüz olsa da her doğru her yerde söylenmemeli. Bu gerçeği bilirken dilimi tutmakta zorlanıyorum bazen.
Geçelim.