You are currently viewing Madem Gidiyorsunuz

Madem Gidiyorsunuz

Siyah beyaz bir fotoğrafın karelerinden çıkıp gelmiştiniz siz. Bu satırların yazarınca bilinmeyen zamanların birinde…

Hatırlıyorsunuz değil mi? Üzerinizde iğreti duran kocaman formalarınızı. Bağlamayı beceremediniz eşarplarınızı… Kaygısız gelip gittiğiniz günleri… Kapısının üstünde ‘müdür, müdür yardımcısı’ tabelalarının asılı olduğu odalara giremediğinizi… Oralardan çağrılınca da korka korka, titreyen adımlarla yol aldığınızı… Bırakın öğretmene sitem etmeyi, diklenmeyi; sorulan sorulara cevap vermeye dahi korktuğunuz zamanları…

Her şeyi eskiten zaman, sizin de semtinize uğrayıverdi. Siz şimdi gerçekten bir fotoğrafın karelerine sığınmaya çalışıyorsunuz. Tepedeki o yüksek bina var ya! Hatırlarsınız canım, o, önünde geniş bahçesi olan… Tamam, tamam o! Öğretmen zilini duyup da duymamış gibi yaptığınız ve derse hep geç girdiğiniz okul… Koridorları siz olmadan da neşelenecek belki, ama siz o koridorlarda bir daha neşelenemeyeceksiniz. “Bu okul, bu bahçe, bu şehir” kavramları yerini çoktan “o okul, o bahçe, o şehir”e bırakmış olacak. Aslında ne siz değişmişsinizdir, ne mekânlar. Sadece zamandır araya mesafeleri koyan.

Bahçenin en uç noktasına kaç kez gidip geldiniz bilmiyorum. Eminim siz de bilmiyorsunuz. Üstelik kaç adım olduğunu da saymamıştınız. Artık sayamazsınız da.

Bir de yokuşunuz vardı sizin, okul yolunda. “Orta bir” e başladığınız gün, “Altı yıl boyunca bu yokuş çıkılmaz ki!” demiştiniz. Oysa bir gün bu yokuşu son kez çıkacağınızı ve gözyaşlarınızın size eşlik edeceğini hiç düşünmemiştiniz.

Okula gelirken bir güneş gibi doğardınız tepenin ucunda. Ve bir güneş batardı, siz okuldan ayrılanda. Güneş ne kadar bilirse kızaran ufkun hicranını, yaklaşan gecenin ürpertisini, siz de o kadar bilirdiniz yüreğimizdeki mevsim-i hazanı, bağ bozumunu. Çünkü siz ‘giden’diniz. İsteseniz de kalamazdınız.

Ayrılık ateşinin dumanı sarmış dört yanınızı. Kimseyi görmüyor gözleriniz. Dumandan mıdır, yoksa kendi görüş alanınızla sınırladığınızdan mıdır tüm dünyayı, meçhul.

Çocukluk duyguları içinde ayrıldığınız ilkokulu saymazsak -ki saymanın da anlamı yok, çünkü çocuk yüreğinde gün içinde yaşanır biterdi bütün ayrılıklar- ilk kez bir okuldan, arkadaşlardan ve öğretmenlerden ayrılacak olmanın hüznü okunuyor gözlerinizden. Bu sizin için ilk, belki de son olacak. Bizse aynı duyguyu kaçıncı kez yaşadığımızı bile hatırlamıyoruz. Yolgeçen hanlarına dönen gönlümüzü, yarınlarda aynı hüznü yaşayacak olmanın bilinirliği burkuyor. Bir yumak gibi tıkanıyor boğazımıza hicran.

Sizce bir hürriyetin ilk adımı olacak bu kopuş. Ne davranış kısıtlaması ne kıyafet… Ders kaygısı da çoktan bitmiş olacak. Uykunun en tatlı yerinde uyanmak işkencesi de yok. Televizyon dizilerini yarıda bırakmazsınız artık. Reklâmları bile doya doya seyredersiniz. O düğün senin, bu düğün benim, tozunu atarsınız sokakların. Aklınız bir karış havada, ayaklarınız ona müsavi…

Günlerden bir gün birkaç mısra dikkatinizi çekerse, bir piknikte masaya serdiğiniz eski gazete sayfalarında; ya da misafirlik için gittiğiniz bir dost evinde, gözünüzü ayıramadığınız bir televizyon dizisinde, sakın dönüp bakmayın, kapayın gözlerinizi ve kulaklarınızı. Hatıraların sizi çıldırtmasına, baştan çıkarmasına izin vermeyin. Sayın ki, siz hiç öğrenci olmadınız. Hiç gelmediniz bu okula. Ve hiç edebiyat dersi işlemediniz. Hiç bahse konu olmadı şairlerin gözyaşlarıyla yoğurduğu mısralar.

“Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir,
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.”

 diyen Cahit Sıtkı bu âlemde hiç yaşamamıştır farz edin. Ya da Orhan Veli!

“Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda?
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?”

Fazla söyletmeyelim şairleri.

“El çek tabip, el çek, yaram derinde.
Sen benim derdime derman olmazsın.”1

Ve daha niceleri… Sizin unuttuk dediğiniz nice mısralar… Yarınlarda birer birer çıkacaklar karşınıza. Hatta bununla da kalmayıp, arayıp bulacaklar sizi saklandığınız yerde.

Demir almanın vakti geldi, geçiyor. Toparlanın, bir şey kalmasın sizden geriye. Kalem, silgi, kitap, çanta, en çok da kurdele…

Umutlarınız, sözleriniz, davranışlarınız… Sonra incinen gururunuz, kırılan kalpleriniz, ağlayan gözleriniz, kaybettiğinizi sandığınız yarınlarınız, kininiz, nefretiniz, yüzünüzdeki masumiyet, bakışlarınızdaki duruluk…

Hepsini, hepsini alın.

Sizi hatırlatacak bir şey kalmasın ortalık yerde. Çünkü sizi hatırlamak istemiyorum. Çünkü hatırlamak için unutmak gerekir.

Diyor ya Erdem Bayazıt:

“Bu şehirden gidiyorum
Gömerek geceyi içime
Sabahın hüznünü beklemeden
Gidiyorum bu şehirden”

Madem gidiyorsunuz, siz dahi öyle deyin.


  1. Erzurumlu Emrah ↩︎
Beni bilgilendir
Bildirim
guest
4 Yorum
Satır içi geri bildirim
Tüm yorumları gör
Cezerye
Cezerye
4 Kasım 2016 10.42

Ne de güzel yazmışsınız.

Gülten
4 Aralık 2021 19.34

Bunu da okudum, biraz da sonraya kalsın diyerek gidiyorum 🙂 Öğrenci olduğunuz günleri hatırlamayın deseniz de ben geriye dönüp öğrenci olmak isterdim yeniden ama mümkün değil ne yazık ki…