Sevgili Esma,
Bugün melekler çok çalıştı. Binlerce yağmur tanesi taşıdılar. Yağmur hasreti çeken sadece toprak değildi. Yüreklerimiz de çatlamıştı epeydir yağmursuzluktan. Ama gözyaşlarımız yağmıyordu bir türlü.
Kaç zaman var ki ağlamayı unuttu insanımız. Bu milletin gözpınarları nasıl kurudu böyle? “Bildiklerimi bilseydiniz, az güler, çok ağlardınız.” hitabının muhatabı bir insanlık nasıl oldu da böylesine ‘başka’laştı?
Ağlamak üzere olan gözlerin halini bilirsin değil mi? Hani ışıl ışıl olurlar ya! Ne parlaktır onlar. Sonra zapt edemediğiniz iki sıcak damla usulca kayar ya yanaklarınıza. Artık parlayan sadece gözleriniz değildir. Ak pak iki de yanak vardır şimdi yanınızda. Gözyaşlarıyla yıkanmış… Gecelerde gözlerini ve yanaklarını ve de gecelerini gözyaşlarıyla aydınlatmayanlar fark edemeseler de yanaklardaki gözyaşı izini, kalbini dahi gözyaşıyla cilalayanlar elbette bilirler hangi yüzün gözyaşıyla ağardığını/yıkandığını.
Bir gerçek daha var ki, gözyaşı incidir. Kıymeti bundan mıdır, böyle olduğundan mı kıymetlidir, bilemem. Kıymetini erbabı bilir. Bir tarihi paranın demirciler çarşısındaki ederi neyse, halden anlamazın yanında gözyaşının ederi odur.
Paranızın kıymeti antikacılar çarşısında karşılığını bulur ancak. Gözünüzdeki inciler de öyle… Hangi antikacı onun yere düşmesine razı olur ki?
Ve gözyaşı yakar, yıkar. İzlerken bile sineleri dağlar ki, avuçlarda tutabilmek yürek ister. Onun bir de yüreklere sızanı/damlayanı vardır. Sadece düştüğü yeri yakmakla kalmaz, bütün bir bedeni sarar çıkardığı yangın. Ağlasanız da sönmez. Fuzuli’ce söylemek gerekse:
“Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlâre su
Kim bu denlû dutuşan odlâre kılmaz çâre su”
Bütün çölü suya kandırır da Mecnun’un gözleri, Leyla’yı kandırmaz/kandıramaz. Ah, kara kuru kız, kıymet bilmez, vefasız Leyla! “Mecnun aşkını başka canlılara anlattı, ifşa etti. Ama ben hiç ihanet etmedim aşkımıza.” diye avutadur sen kendini. Mecnun’un sele verdiği âlem seni de yıkar, Mecnun’u da.
Bekle Mecnun ağlasın!