Nazım Hikmet’in bestelenmiş şiirleri için çalışmaya başladığımda bunun uzun süreceğini düşünmüştüm ama bu kadar emek harcayacağım aklıma gelmemişti. Bu bilinmezlik korkutuyordu beni ve bu yüzden Nazım’ın şiirlerini derlemeyi hep ertelemiştim. Dosyayı her açtığımda gözüm korkmuş, daha kolay dosyalara yönelmiştim. Nihayet bitirdim.
Nazım Hikmet’in 100’e yakın şiirinin bestelenmiş olduğunu görmek beni çok şaşırtmadı. Hatta bu sayının daha da artacağını düşünüyorum. Zülfü Livaneli, Ömer Özgeç, Sabahattin Sel, Fuat Saka, Ünol Büyükgönenç, Hasan Yükselir, Tülay German gibi pek çok sanatçı şaire özel bir ilgi göstermişler ve şairin dillerde gezen güzel şiirlerini özel albümlerde notayla buluşturmuşlar. Nazım Hikmet’in bestelenmiş şiirleri için bir Youtube çalma listesi hazırladım. Bu yazıda yer alan bütün şiirlerin bestelerini bu listenin içinde bulabileceksiniz. Listeyi sıralamayı unutmuşum, şu an için karışık bir şekilde. En kısa zamanda sayfadaki şiir sırasına uygun olarak düzenleyeceğim. 🙂
Bestelenmiş şiirlerini derlediğim her şairden sonra yazılarla ilgili yeni fikirler geliyor aklıma. Şöyle yapsam daha güzel olurmuş diyorum. Ama geriye dönüp onlarca dosyayı yeniden düzenlemeyi gözüm kesmiyor. Bu dosyada da içime sinmeyen yerler hâlâ var mı? Evet, var. Dipnotların sayısı bu yazıda biraz fazla oldu. Uzun uzun not eklemem gerekiyordu bazı şiirler için. Okuyucuyu bunlarla sıkmak istemedim. Ayrıca, ekleyeceğim her not, yazının bitmesine engel olacaktı. Hevesimi kırmak istemedim. Zaman içinde yeniden küçük dokunuşlar yapıyorum zaten bu tarz araştırma gerektiren yazılarıma. Buna da dokunurum yeri geldikçe.
Nazım Hikmet Ran, üzerinde çokça yazılmış konuşulmuş bir şair ve yazar. Kendi eserlerinin dışında, hakkında yazılmış onlarca eser bulabilirsiniz. Şairle tanışıklığım yeni değil. Şiirlerini işim gereği çok eskiden biliyorum. Baştan sona okuduğum ilk eseri “Piraye’ye Mektuplar”dır. Severek okumuştum. Ta ki eserin sonuna yaklaşırken Nazım’ın Piraye’yi aldattığı yere gelinceye kadar. Burada aşka olan inancımı yitirmiştim. Aşk biter miydi? Nazım, bunun olabilir bir şey olduğunu göstermişti bana. Fakat yıllar boyu mektuplaştığı, fırsat buldukça kendisini ziyarete gelen eşine, sevgilisine, o güzel şiirlerin kahramanına vefasızlık etmesini içime sindirememiştim. Hâlâ da aşk deyince aklıma Piraye gelir. Ve Nazım Hikmet’in vefasızlığı.
Saat 21-22 şiirleri baştan sona aşktır, baştan sona Piraye. Gerçi şairin Piraye’den sonra pek çok sevgilisi olduğu herkesin bildiği bir konu. Bu kadar çok aşk yaşamamış olsa bu kadar çok ve güzel aşk şiirine imza atmayacaktı belki de. Kim bilir. İçimdeki ses hâlâ “şiirler olmasa da olurdu” diyor. Ben bu bahiste hep Piraye’den yana olacağım. 🙂
İçindekiler
- . Açlık Ordusu Yürüyor
- . Af
- . Ali’nin Selamı Var
- . Angina Pektoris
- . Asker Kaçağı
- . Ayrılık
- . Bahri Hazer
- . Benerci Kendini Niçin Öldürdü
- . Beş Satırla
- . Beyazıt Meydanındaki Ölü
- . Bir Cezaevinde, Tecritteki Adamın Mektupları
- . Bir Dakika
- . Bor Oteli
- . Bulutlar Adam Öldürmesin
- . Bulut mu Olsam
- . Bu Vatana Nasıl Kıydılar
- . Büyük İnsanlık
- . Cemil Ölürken
- . Ceviz Ağacı
- . Dışarda Kar Yağıyor
- . Don Kişot
- . Dörtlük
- . Dünyanın En Tuhaf Mahluku
- . Gayya Kuyusu
- . Giden
- . Gözlerimiz
- . Güneşi İçenlerin Türküsü
- . Güneşin Sofrasında Söylenen Türkü
- . Günler
- . Güz
- . Hasret
- . Hasret
- . Hatunumun Gözleri Elâdır Da…
- . Herkes Gibi
- . Hoşça Kal Kardeşim Deniz
- . Hoş Geldin
- . Hoş Geldin Bebek
- . Hürriyet Kavgası
- . İbrahim Balaban’ın “Mapusane Kapısı Tablosu” Üstüne Söylenmiştir
- . İnsanların İçindeyim
- . İşte Böyle Laz İsmail
- . Japon Balıkçısı
- . Kadınlarımız
- . Kanatları Gümüş Yavru Bir Kuş
- . Kanıma Girdiler
- . Karıma Mektup
- . Karlı Kayın Ormanında
- . Kavak
- . Kerem Gibi
- . Kız Çocuğu
- . Korku
- . Kurtuluş Düşü
- . Kuvayı Milliye Destanı
- . Martılar Ah Eder
- . Masalların Masalı
- . Mavi Gözlü Dev, Minnacık Bir Kadın ve Hanımelleri
- . Mavi Liman
- . Mazeret
- . Memet
- . Memetçik Memet
- . Memleketim
- . Mevlana
- . Mor Menekşe, Aç Dostlar ve Altın Gözlü Çoçuk
- . Münevver’in Doğum Günü
- . Nikbinlik
- . On Sekiz Yaş
- . Orkestra
- . Öldükten Sonra
- . Rubailer / Birinci Kısım / 5
- . Rubailer / Birinci Kısım / 7
- . Rubailer / İkinci Kısım / 3
- . Ruhun
- . Saat 4 Yoksun
- . Salkımsöğüt
- . Saman Sarısı
- . Sekiz Yüz Elli Yedi
- . Sen
- . Sevgilim Yalan Söylersem
- . Seviyorum Seni
- . Şiirime Dair
- . Sofra
- . Şeyh Bedrettin Destanı
- . Tahirle Zühre Meselesi
- . Taranta – Babu’ya Mektuplar
- . Tuna Üstüne Söylenmiştir
- . Türk Köylüsü
- . Vapur
- . Vasiyet
- . Veda
- . Vera’ya
- . Yanmamış Cigara
- . Yapıyla Yapıcılar
- . Yaşamaya Dair
- . Yatar Bursa Kalesinde
- . Yılbaşı
- . Yıllar Geçti Yârdan Hâlâ Gelmedi Haber
- . Yine Akşam Oldu
- . 20 Eylül 1945
- . 24 Eylül 1945
- . 30 Eylül 1945
- . 2 Ekim 1945
- . 6 Ekim 1945
- . 8 Ekim 1945
- . 28 Ekim 1945
. Açlık Ordusu Yürüyor
Ali Ekber Eren (Açlık Ordusu)
Dalga (Açlık Ordusu Yürüyor)
Açlık ordusu yürüyor
yürüyor ekmeğe doymak için
ete doymak için
kitaba doymak için
hürriyete doymak için.
Yürüyor köprüler geçerek kıldan ince kılıçtan keskin
yürüyor demir kapıları yırtıp kale duvarlarını yıkarak
yürüyor ayakları kan içinde.
Açlık ordusu yürüyor
adımları gök gürültüsü
türküleri ateşten
bayrağında umut
umutların umudu bayrağında.
Açlık ordusu yürüyor
şehirleri omuzlarında taşıyıp
daracık sokakları karanlık evleriyle şehirleri
fabrika bacalarını
paydostan sonralarının tükenmez yorgunluğunu taşıyarak.
Açlık ordusu yürüyor
ayı ini köyleri ardınca çekip götürüp
ve topraksızlıktan ölenleri bu koskoca toprakta.
Açlık ordusu yürüyor
yürüyor ekmeksizleri ekmeğe doyurmak için
hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için açlık ordusu yürüyor
yürüyor ayakları kan içinde.
. Af
Hasan Yükselir (Af)
Bin bir gece kitabını bıraktım.
Bir cıgara yaktım.
Bıktım
demirlerin arasından:
Sihirli bir ayna gibi ışıldamakta
yıldızların
her bir tanesi.
Gece.
Bursa mahpushanesi..
Kuş uçmaz kervan geçmez
karanlık bir gölün
dalgalandı suyu.
Heyecanda, alt
kat
«Birinci Cinayet» malta boyu;
sivri siyah
külâhlılar
heyecanda.
Dudaklar bembeyaz
alınlar kırışık.
Bir duvar çatlağından
sızdı bir damla ışık.
Körlerin şehri
homurtularla ileri!
Körler
karanlıklarındaki rüyaya gidiyorlar!
«Af var!»
diyorlar,
«Çıkacağız
şapkayı yana
yıkacağız.
Toprak
güneş
kadın
hava..
Vapura bin, tirene bin
bin tramvaya!
Kelepçesiz
jandarmasız
tek başına
yapayalnız
gezin
dolaş!
Ormanda yat, dağları aş!
Dolaş, dolaşabildiğin kadar!»
Heyecanda sivri siyah külâhlılar!
Hapislik olmuyor dalga geçmeden…
Halbuki ben….
Baktım ki, elimde bitmiş cıgaram
bir nefes içmeden.
. Ali’nin Selamı Var
Kerem Güney (Ali’nin Selamı Var)
Ali’nin selamı var
Ali on dört yaşında
davar güder dağ başında.
Gördü anasının dayak yediğini jandarmadan
gördü kardeşinin sıtmadan öldüğünü.Ali selam eder
Ali on üç yaşındadır
dağ başında davar güder.
Sürüönde
Ali yalnayak arkada gider
Ali’nin gözleri kara kehribar.
. Angina Pektoris
Melike Demirağ (Angina Pektoris)
Yarısı burdaysa kalbimin yarısı Çin’dedir,
doktor.
Sarınehre doğru akan
ordunun içindedir.
Sonra, her şafak vakti, doktor,
her şafak vakti kalbim
Yunanistan’da kurşuna diziliyor.
Sonra, bizim burda mahkûmlar uykuya varıp
revirden el ayak çekilince
kalbim Çamlıca’da bir harap konaktadır
her gece, doktor.
Sonra, şu on yıldan bu yana
benim, fakir milletime ikrâm edebildiğim
bir tek elmam var elimde, doktor,
bir kırmızı elma :
kalbim…
Ne arteryo skleroz, ne nikotin, ne hapis,
işte bu yüzden, doktorcuğum, bu yüzden
bende bu angina pektoris…
. Asker Kaçağı
Grup Yorum (Asker Kaçakları)
Tülay German (Asker Kaçakları)
Mehmet Gümüş (Asker Kaçağı)
Fuat Saka (Asker Kaçağı)
köyün evleri karanlık,
gökte yıldız pır pır eder.
ben bir asker kaçağıyım,
gelin, bana bir tas su ver.
neyliyim kusura bakma,
elleri kınasız gelin,
çalar asker kaçakları
kapıları geceleyin.
köyde bebeler ağlıyor,
uyku uyutmuyor açlık.
yaramı sanver, bacım,
jandarmalarla çarpıştık.
görüp durur yolumu
emzikli bir kadıncağız.
biz on kere on bin memet
on kere on bin kaçağız.
bu yarayı sardın, bacım.
ya yüreğimin yarası?
ayyıldızı esir etti
amerikan bandırası.
. Ayrılık
Hasan Yükselir (Ayrılık)
ayrılık demir çubuk gibi sallanıyor havada
çarpıyor yüzüme yüzüme
sersemledim
kaçıyorum ayrılık kovalıyor beni
yolu yok elinden kurtulmanın
dizlerim kesildi yıkılacağım
ayrılık zaman değil yol değil
ayrılık aramızda bir köprü
kıldan ince kılıçtan keskin
kıldan ince kılıçtan keskin
ayrılık aramızda bir köprü
seninle diz dize otururken de1
. Bahri Hazer
Fuat Saka (Bahr-i Hazer)
Seyir Defteri (Bahr-i Hazer)
Ufuklardan ufuklara
ordu ordu köpüklü mor dalgalar koşuyordu;
Hazer rüzgârların dilini konuşıyor balam,
konuşup coşuyordu!
Kim demiş “çört vazmi!”
Hazer ölü bir göle benzer!
Uçsuz bucaksız başı boş tuzlu bir sudur Hazer!
Hazerde dost gezer, e…..y!..
düşman gezer!
Dalga bir dağdır
kayık bir geyik!
Dalga bir kuyu
kayık bir kova!
Çıkıyor kayık
iniyor kayık,
devrilen
bir atın
sırtından inip,
şahlanan
bir ata
biniyor kayık!
Ve Türkmen kayıkçı
dümenin yanına bağdaş kurup oturmuş.
Başında kocaman kara bir papak;
bu papak değil:
tüylü bir koyunu karnından yarıp
geçirmiş başına!
Koyunun tüyleri düşmüş kaşına!
Çıkıyor kayık
iniyor kayık
Ve kayıkçı
“Türkmenistanlı bir Buda heykeli” gibi
dümenin yanına bağdaş kurup oturmuş,
fakat, sanma ki Hazerin karşısında elpençe divan durmuş!
O da bir Buda heykelinin
taştan sükûnu gibi kendinden emin
dümenin yanına bağdaş kurup oturmuş.
Bakmıyor
kayığa
sarılan
sulara!
Bakmıyor
çatlayıp
yarılan
sulara!
Çıkıyor kayık
iniyor kayık,
devrilen
bir atın
sırtından inip
şahlanan
bir ata
biniyor kayık!
– Yaman esiyor be karayel yaman!
Sakın özünü Hazerin hilesinden aman!
Aman oyun oynamasın sana rüzgâr!
– Aldırma anam ne çıkar?
Ne çıkar
kudurtsun
karayel
suları,
Hazerde doğanın
Hazerdir mezarı!
Çıkıyor kayık
iniyor kayık
çıkıyor ka…
iniyor ka…
Çık…
in…
çık…
. Benerci Kendini Niçin Öldürdü
Ufuk Adalı (Delikanlım)
Birinci Kısım / Birinci Bap / II
Dikine mustatil bir apartımanın
en üst katında
dört köşe bir oda.
Perdesiz pencereler.
Pencerelerin dışında yıldızlı geceler.
Genç adam
alnını dayamış cama.
Ben, romanın muharriri
diyorum ki genç adama:
— Delikanlım!.
İyi bak yıldızlara,
onları belki bir daha göremezsin.
Belki bir daha
yıldızların ışığında
kollarını ufuklar gibi açıp geremezsin..
Delikanlım!.
Senin kafanın içi
yıldızlı karanlıklar
kadar
güzel, korkunç, kudretli ve iyidir.
Yıldızlar ve senin kafan
kâinatın en mükemmel şeyidir.
Delikanlım!.
Sen ki, ya bir köşe başında
kan sızarak kaşından
gebereceksin,
ya da bir darağacında can vereceksin.
İyi bak yıldızlara
onları göremezsin belki bir daha…
Delikanlım!.
Belki beni anladın,
belki anlamadın.
Kesiyorum sözümü.
İşte kapı açıldı
geldi beklenen kadın..
«— BEKLETTİM Mİ?»
«— ÇOK…
Ama zarar yok..»
Kadın
yakaladı genç adamı
elinden.
Genç adam
yakaladı kadını belinden.
Bir yumrukta kırdı camı.
Oturdular pencerenin içine.
Sarktı ayakları gecenin içine…
Işıklı bir deniz dibi gibi
başlarında, sağda, solda gece yanıyor.
Ayakları karanlık boşluklara sallanıyor..
Sallanıyor ayakları
sallanıyor ayakları…
……….. DUDAKLARI ……
Sevmek mükemmel iş delikanlım.
Sev bakalım…
Mademki kafanda ışıklı bir gece var,
benden izin sana,
seeeeev
sevebildiğin kadar…
. Beş Satırla
Işığın Yansıması (Anlamak Sevgilim)
Barış Yıldırım (Yenebilmek Yalanı)
Annelerin ninnilerinden
spikerin okuduğu habere kadar,
yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,
anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,
anlamak gideni ve gelmekte olanı.
. Beyazıt Meydanındaki Ölü
Fuat Saka (Beyazıt Meydanındaki Ölü)
Bir ölü yatıyor
on dokuz yaşında bir delikanlı
gündüzleri güneşte
geceleri yıldızların altında
İstanbul’da, Beyazıt Meydanı’nda.
Bir ölü yatıyor
ders kitabı bir elinde
bir elinde başlamadan biten rüyası
bin dokuz yüz altmış yılı Nisanında
İstanbul’da, Beyazıt Meydanı’nda.
Bir ölü yatıyor
vurdular
kurşun yarası
kızıl karanfil gibi açmış alnında
İstanbul’da, Beyazıt Meydanı’nda.
Bir ölü yatacak
toprağa şıp şıp damlayacak kanı
silâhlı milletimin hürriyet türküleriyle gelip
zaptedene kadar
büyük meydanı.
. Bir Cezaevinde, Tecritteki Adamın Mektupları
Ünol Büyükgönenç (Dışarda Bahar Geldi) [2]
Suavi (Bugün Pazar) [3]
Oğuzhan Şahin (Bugün Pazar) [3]
Hasan Yükselir (Bugün Pazar) [3]
Sabahattin Sel (Bugün Pazar) [3]
2
Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar.
Dışarda, bozkırın üstünde birdenbire
taze toprak kokusu, kuş sesleri ve saire…
Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar,
dışarda bozkırın üstünde pırıltılar…
Ve içerde artık böcekleriyle canlanan kerevet,
suyu donmayan testi
ve sabahları çimentonun üstünde güneş…
Güneş,
artık o her gün öğle vaktine kadar,
bana yakın, benden uzak,
sönerek, ışıldayarak
yürür…
Ve gün ikindiye döner, gölgeler düşer duvarlara,
başlar tutuşmaya demirli pencerenin camı :
dışarda akşam olur,
bulutsuz bir bahar akşamı…
İşte içerde baharın en kötü saatı budur asıl.
Velhasıl
o pul pul ışıltılı derisi, ateşten gözleriyle
bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adamı
hürriyet denen ifrit…
Bu bittecrübe sabit, karıcığım,
bittecrübe sabit…
3
Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben…
Bahtiyarım…
. Bir Dakika
Aylin Şengün Taşçı (Bir Dakika)
Deniz durgun göl gibi, gitgide genişliyor
Sular kayalıklarda nurdan izler işliyor,
Engine sarkan gökler baştan başa yıldızlı..
Şimdi göğsümde kalbim çarpıyor hızlı hızlı.
Göklerden bir yıldızın gölgesi düşmüş suya
Dalmış suyun koynunda bir gecelik uykuya
Bazan uzunlaşıyor, bazan da kıvranıyor
Durgun suyun altında bir mum gibi yanıyor
Yakın olayım diye bu gökten gelen ize
Öyle eğilmişim ki kayalardan denize
Alnımdan düşen saçlar yorulmuş suya değdi
Baktım geniş ufuklar başımın üstündeydi
Bilemem nasıl oldu geldi ki öyle bir an
Yenilmez bir haz duyup denize atılmaktan
Kurtulmak ne kolaymış faniliğimden dedim
Doğruldum atılırken bir dakika titredim
Bir dakika sonsuzluk doldu taştı gönlümden
Bir dakika bir ömrü kurtarmıştı ölümden.
. Bor Oteli
Hüsnü Arıkan (Anıların Yüzünden)
Şu Varna’da uyumanın yolu yok geceleri,
uyumanın yolu yok;
yıldızların bolluğundan,
yakınlığından, parlaklığından,
kumlukta hışırtısından ölü dalgaların,
sedefleriyle,
çakıllarıyla,
tuzlu yosunlarıyla hışırtısı;
denizde bir yürek gibi atan motor sesinden,
İstanbul’dan çıkıp
Boğaz’ı geçip
odamı dolduran anıların yüzünden
kimisinin gözü yeşil,
kimisinin bilekleri kelepçeli,
kimisinin bir mendil var elinde,
lavanta çiçeği kokuyor mendil.
Şu Varna’da uyumanın yolu yok, gülüm,
şu Varna’da, Bor Oteli’nde.
. Bulutlar Adam Öldürmesin
Edip Akbayram (Kıymayın Efendiler)
Kerem Güney (Kıymayın Efendiler)
Fuat Saka (Bulutlar Adam Öldürmesin)
Analardır adam eden adamı
aydınlıklardır önümüzde gider.
Sizi de bir ana doğurmadı mı?
Analara kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.
Koşuyor altı yaşında bir oğlan,
uçurtması geçiyor ağaçlardan,
siz de böyle koşmuştunuz bir zaman.
Çocuklara kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.
Gelinler aynada saçını tarar,
aynanın içinde birini arar.
Elbet böyle sizi de aradılar.
Gelinlere kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.
İhtiyarlıkta aklına insanın,
tatlı anıları gelmeli yalnız.
Yazıktır, ihtiyarlara kıymayın,
efendiler, siz de ihtiyarsınız.
Bulutlar adam öldürmesin.
. Bulut mu Olsam
Zülfü Livaneli (Bulut mu Olsam)
Denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık
dibinde mavi yosun
kıyıda bir çıplak adam
durmuş düşünür.
Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balık mı olsam,
yosun mu yoksa? ..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.2
. Bu Vatana Nasıl Kıydılar
Edip Akbayram (Beyler Bu Vatana Nasıl Kıydınız)
Tozan Alkan (Bu Vatana Nasıl Kıydılar)
Grup Yorum (Bu Vatana Nasıl Kıydılar)
Hasan Yükselir (Bu Vatana Kıydılar)
Ali Ekber Eren (İnsan Olan Vatanını Satar mı)
İnsan olan vatanını satar mı?
Suyun içip ekmeğini yediniz.
Dünyada vatandan aziz şey var mı?
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Onu didik didik didiklediler,
saçlarından tutup sürüklediler.
götürüp kâfire : «Buyur…» dediler.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Eli kolu zincirlere vurulmuş,
vatan çırılçıplak yere serilmiş.
Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Günü gelir çarh düzüne çevrilir,
günü gelir hesabınız görülür.
Günü gelir sualiniz sorulur :
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
. Büyük İnsanlık
Zülfü Livaneli (Büyük İnsanlık)
Büyük insanlık gemide güverte yolcusu
tirende üçüncü mevki
şosede yayan
büyük insanlık.
Büyük insanlık sekizinde işe gider
yirmisinde evlenir
kırkında ölür
büyük insanlık.
Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter
pirinç de öyle
şeker de öyle
kumaş da öyle
kitap da öyle
büyük insanlıktan başka herkese yeter.
Büyük insanlığın toprağında gölge yok
sokağında fener
penceresinde cam
ama umudu var büyük insanlığın
umutsuz yaşanmıyor.
. Cemil Ölürken
Aylin Şengün Taşçı (Cemil Ölürken)
elâ gözleri dalgın, geniş alnı sararmış
bir sanatkâr hastadır, cemil hasta yatıyor
odayı bir matemin görünmez rengi sarmış
başında duranların kalbi yorgun atıyor
ince parmaklarını ıslattı gözyaşları
odanın sükûnunda hıçkırıklar inledi
hastanın yavaş yavaş çatılırken kaşları
sanki derinden gelen bir sâdayı dinledi
mukaddes elemini andı bir kere daha;
uzak serviliklere çevirerek yüzünü
ah! ey gafil faniler iman edin allah’a!
bir ilâhi ruhun da geldi işte son günü…
çok kudretli oluyor bir dehanın gururu
ecel! onun yanına sende el bağlayıp gir!
nefesinle titreyen fânilerden değil bu
ölmeyen bir sanatkâr ölüm döşeğindedir
gökler geri alıyor yeryüzünden sesini
şimdi geniş alnında ebedin gölgesi var
başında ağlayanlar sonuncu bestesini
ağır ağır kapanan gözlerinden duydular.
. Ceviz Ağacı
Cem Karaca (Ceviz Ağacı)
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril.
Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil
Yapraklarım ellerimdir tam yüz bin elim var,
Yüz bin elle dokunurum sana, Istanbul’a.
Yapraklarım gözlerimdir.Şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, Istanbul’u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında
. Dışarda Kar Yağıyor
Ünol Büyükgönenç (Dışarda Kar Yağıyor)
hava çelik bir ustura gibi
dışarda kar yağıyor
zemherinin en acımasız günleri
dışarda kar yağıyor
öyle masallardaki gibi incecikten
ya da lapa lapa değil
döne döne
buram buram
dışarda kar yağıyor
hava ustura gibi soğuk
minicik elleriyle
üşümüş ayaklarını ovuşturan çocuk
geceleyin araba vapurunda ürkek gözlerle
biletçiyi kolluyor
dışarda kar yağıyor
morarmış ellerini
ısıtmaya yetmiyor nefesi
kimi kimsesi
gidecek bir yeri yok
dışarda kar yağıyor
sırtında paltosu yok
dışarda kar yağıyor
ayağında pabucu yok
dışarda kar yağıyor
hava soğuk çok soğuk çok
gün yılın bir çocuk günü olabilir
yıl dünya çocuk yılı olabilir
onun bunlardan haberi yok
üşümüş acıkmış
sıcacık bir çörek gibi güneşi düşlüyor
sevilmemiş
bilinmemiş
unutulmuş
dışarda kar yağıyor.
. Don Kişot
Mukavemet (Don Kişot)
Ölümsüz gençliğin şövalyesi
ellisinde uydu yüreğinde çarpan aklına,
bir Temmuz sabahı fethine çıktı
güzelin, doğrunun, haklının:
önünde, şirret, aptal devleriyle dünya,
altında mahzun, fakat kahraman Rosinant’ı.
Bilirim
hele bir düşmeyegör hasretin hâlisine,
hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek,
yolu yok, Don Kişot’um benim, yolu yok,
yeldeğirmenleriyle döğüşülecek.
Haklısın,
elbette senin Dülsinya’ndır en güzel kadını yeryüzünün,
sen, elbette bezirgânların suratına haykıracaksın bunu,
alaşağı edecekler seni
bir temiz pataklayacaklar.
Fakat, sen, yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun,
sen, bir alev gibi yanmakta devâmedeceksin
ağır, demir kabuğunun içinde
ve Dülsinya bir kat daha güzelleşecek…
. Dörtlük
Yasin Enes Erkmen (Ölülerim)
Tülay German (Dörtlük)
Yeryüzüne tohum gibi saçmışım ölülerimi,
Kimi Odesa’da yatar, kimi İstanbul’da, Pırağ’da kimi.
En sevdiğim memleket yeryüzüdür.
Sıram gelince yeryüzüyle örtün üzerimi.
. Dünyanın En Tuhaf Mahluku
Güvenç Dağüstün & Ece Dağıstan (Akrep Gibisin)
Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
– demeğe de dilim varmıyor ama –
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
. Gayya Kuyusu
Timur Selçuk (Gayya Kuyusu)
Seydi Fakıllı köyünde kadınlar art arda dizilmiş su çekerler
art arda bağlanmışlar bir tek ipe
su çekerler gayya kuyusundan,
su çeker taş devri kadınları
otuz metre altından yerin.
Güneş yağar
toprak ölü
su uyur otuz metre derinde karanlık ve çamurlu
Kadınlar art arda bağlanmış bir tek iple su çekerler.
Yorgunluk filân değil
dışında yorgunluğun bu
kederin de, umutsuzluğun da , açlığın da,
bilirim, bu kahrolası şeyin böylesini duymadılar
insanlar insan, öküzler öküz,
aletler alet olalı beri.
Kımıl böcekleri tahılı yedi
kahvenin önünde banka memurları
toprak ölü
su uyur otuz metre derinde ve çamurlu
yıllık taksit 15 lira verilemedi
Seydi Fakıllı köyünde kadınlar su çeker gayya kuyusundan
Uyan Anadolu’m uyan ölüm uykusundan.
. Giden
Edip Akbayram (Gidenlerin Türküsü)
Camların arkasında gece ve kar
Beyaz karanlıkta parlayan raylar
Umutsuz çaresiz sallanan eller
Kavuşulmamayı anlatıyorlar
Üçüncü mevkii bekleme salonu
Çıplak ayaklı bir çocuk yatıyor
Gece ve kar yine pencerelerde
Acı türküsünü mırıldanıyor
Bir türkü söylüyorlardı içerde
Bu giden kardeşimin türküsüydü
Arkadaşlar bakmayın gözlerime
Bu milyonların gerçek öyküsüydü
. Gözlerimiz
Hasan Yükselir (Gözlerimiz)
Gözlerimiz
şeffaf
temiz
damlalardır.
Her damlada
demire can veren dehamızın
bir küçücük
zerresi vardır..
Şeffaf
temiz
damlalarıyla gözlerimiz
bir umman içinde o kadar birleşti ki,
kaynıyan suda buzu
nasıl eritirsiniz,
işte biz de
birbirimizde
öyle kaybolduk.
Yükseldi gözlerimizin şaheseri
demire can veren dehayı bulduk.
Şeffaf
temiz
damlalarıyla gözlerimiz,
bir umman içinde birleşmeseydi eğer,
her zerre
dağılsaydı başka bir yere,
dinamolarla türbinleri çiftleştirerek,
çelik dağları suda kof bir kelek gibi döndüremezdik..
Ve gözlerimizi yakan
gecenin ateşini
şamasız kibrit gibi söndüremezdik..
. Güneşi İçenlerin Türküsü
Onur Akın (Güneşi İçenlerin Türküsü)
Fikret Kızılok (Akın Var Akın)3
Bu bir türkü:-
toprak çanaklarda
güneşi içenlerin türküsü!
Bu bir örgü:-
alev bir saç örgüsü!
kıvranıyor;
kanlı; kızıl bir meş’ale gibi yanıyor
esmer alınlarında
bakır ayakları çıplak kahramanların!
Ben de gördüm o kahramanları,
ben de sardım o örgüyü,
ben de onlarla
güneşe giden
köprüden
geçtim!
Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.
Ben de söyledim o türküyü!
Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
altın yeleli aslanların ağzını
yırtarak
gerindik!
Sıçradık;
şimşekli rüzgâra bindik!.
Kayalardan
kayalarla kopan kartallar
çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
Alev bilekli süvariler kamçılıyor
şaha kalkan atlarını!
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!
Düşmesin bizimle yola:
evinde ağlayanların
göz yaşlarını
boynunda ağır bir
zincir
gibi taşıyanlar!
Bıraksın peşimizi
kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!
İşte:
şu güneşten
düşen
ateşte
milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!
Sen de çıkar
göğsünün kafesinden yüreğini;
şu güneşten
düşen
ateşe fırlat;
yüreğini yüreklerimizin yanına at!
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!
Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!
Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,
toprak kokuyor bakır sakallarımız!
Neş’emiz sıcak!
kan kadar sıcak,
delikanlıların rüyalarında yanan
o «an»
kadar sıcak!
Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak,
ölülerimizin başlarına basarak
yükseliyoruz
güneşe doğru!
Ölenler
döğüşerek öldüler;
güneşe gömüldüler.
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!
Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor!
Kalın tuğla bacalar
kıvranarak
ötüyor!
Haykırdı en önde giden,
emreden!
Bu ses!
Bu sesin kuvveti,
bu kuvvet
yaralı aç kurtların gözlerine perde
vuran,
onları oldukları yerde
durduran
kuvvet!
Emret ki ölelim
emret!
Güneşi içiyoruz sesinde!
Coşuyoruz,
coşuyor!..
Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde
mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor!
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!
Toprak bakır
gök bakır.
Haykır güneşi içenlerin türküsünü,
Hay-kır
Haykıralım!
. Güneşin Sofrasında Söylenen Türkü
Timur Selçuk (Güneşin Sofrasında Söylenen Türkü)
Dalgaları karşılayan gemiler gibi,
gövdemizle karanlıkları yara yara
çıktık, rüzgarları en serin
uçurumları en derin
havaları en ışıklı sıra dağlara.
Arkamızda bir düşman gözü gibi karanlığın yolu.
Önümüzde bakır taslar güneş dolu.
Dostların arasındayız!
Güneşin sofrasındayız!
Dağlarda gölgeniz göklere vursun,
göz göze
yan yana
durun çocuklar.
Tasları birbirine vurun çocuklar.
Doldurun çocuklar,
doldurun
doldurun
doldur içelim.
Başları
göklere
atalım
serden geçelim..
Heeey, nerden geçelim?
Yalnayak
koşarak
devlerin
geçtiği
yerden geçelim.
Heeey
hop
Heeey
hep
birden geçelim.
Doldurun çocuklar,
doldurun
doldurun,
doldur içelim.
Dostların arasındayız!
Güneşin sofrasındayız!
. Günler
Nükhet Duru (Geberiyorum)
Hasan Yükselir (Günler)
Sabahattin Sel (Günler)
Barış Yıldırım (Geberiyorum Kederden)
Geçip gitmiş günler gelin
rakı için sarhoş olun
ıslıkla bir şeyler çalın
geberiyorum kederden.
İlerdeki güzel günler
beni görmeyecek onlar
bari selam yollasınlar
geberiyorum kederden.
Başladığım bugünkü gün
yarıda kalabilirsin,
geceye varmadan yahut
çok büyük olabilirsin
. Güz
Fatih Kısaparmak (Niye Böyle Geç Kaldın)
Güvenç Dağüstün & Ece Dağıstan (Güz)
Selva Erdener (Güz)
İbrahim Şirin (Niye Böyle Geç Kaldın)
Günler gitgide kısalıyor,
yağmurlar başlamak üzre.
Kapım ardına kadar açık bekledi seni.
Niye böyle geç kaldın?
Soframda yeşil biber, tuz, ekmek.
Testimde sana sakladığım şarabı
içtim yarıya kadar bir başıma
seni bekleyerek.
Niye böyle geç kaldın?
Fakat işte ballı meyveler
dallarında olgun, diri duruyor.
Koparılmadan düşeceklerdi toprağa
biraz daha gecikseydin eğer…
. Hasret
Ahmet Kaya (Aynı Daldaydık)
Ünol Büyükgönenç (Aynı Daldaydık)
Hasan Yükselir (Hasret)
Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli,
belini sarmayalı,
gözünün içinde durmayalı,
aklının aydınlığına sorular sormayalı,
dokunmayalı sıcaklığına karnının.
Yüz yıldır bekliyor beni
bir şehirde bir kadın.
Aynı daldaydık, aynı daldaydık.
Aynı daldan düşüp ayrıldık.
Aramızda yüz yıllık zaman,
yol yüz yıllık.
Yüz yıldır alacakaranlıkta
koşuyorum ardından.
. Hasret
Edip Akbayram (Denize Dönmek İstiyorum)
Selva Erdener (Hasret)
Ünol Büyükgönenç (Hasret)
Denize dönmek istiyorum!
Mavi aynasında suların:
boy verip görünmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
Gemiler gider aydın ufuklara gemiler gider!
Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder.
Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter.
Ve madem ki bir gün ölüm mukadder;
Ben sularda batan bir ışık gibi
sularda sönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
. Hatunumun Gözleri Elâdır Da…
Hasan Yükselir (Hatunumun Gözleri Elâdır)
Hatunumun gözleri elâdır da
içinde hâreler var yeşil yeşil :
altın varak üstüne yeşil yeşil meneviş.
Kardeşlerim, bu ne biçim iş,
şu dokuz yıldır eli elime değmeden,
ben burda ihtiyarladım,
o orda.
Kalın, beyaz boynu kırışan kızım,
imkânsızdır ihtiyarlamamız bizim,
etin gevşemesine bir başka tâbir gerek,
zira ki ihtiyarlamak :
kendinden başka hiç kimseyi sevmemek demek.
. Herkes Gibi
Cem Karaca (Bence Artık Sen de Herkes Gibisin)
Muzaffer Erdoğan (Gönlümle Baş Başa Düşündüm Demin)
Sabahattin Sel (Herkes Gibisin)
Ezginin Günlüğü (Herkes Gibisin)
Murat Malay (Herkes Gibisin)
Hasan Yükselir (Herkes Gibisin)
Gönlümle baş başa düşündüm demin;
Artık bir sihirsiz nefes gibisin.
Şimdi tâ içinde bomboş kalbimin
Akisleri sönen bir ses gibisin.
Mâziye karışıp sevda yeminim,
Bir anda unuttum seni, eminim
Kalbimde kalbine yok bile kinim
Bence artık sen de herkes gibisin.4
(1920)
Bence Sen de Şimdi Herkes Gibisin
Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin
Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin
Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin
(1918)
. Hoşça Kal Kardeşim Deniz
Leman Sam (Hoşça Kal Kardeşim Deniz)
İşte geldik gidiyoruz
hoşça kal kardeşim deniz
biraz çakılından aldık
biraz da masmavi tuzundan
sonsuzluğundan da biraz
ışığından da birazcık
birazcık da kederinden
bir şeyler anlattın bize
denizliğin kaderinden
biraz daha umutluyuz
biraz daha adam olduk
işte geldik gidiyoruz
hoşça kal kardeşim deniz5
. Hoş Geldin
İlhan İrem (Hoş Geldin)
Cem Karaca (Hoş Geldin)
Hasan Yükselir (Hoş Geldin Kadınım)
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
yorulmuşsundur;
nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını
ne gül suyum ne gümüş leğenim var,
susamışsındır;
buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
acıkmışsındır;
beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam
memleket gibi yoksuldur odam.
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
ayağını bastın odama
kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
güldün,
güller açıldı penceremin demirlerinde
ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler
gönlüm gibi zengin
hürriyet gibi aydınlık oldu odam…
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin.
. Hoş Geldin Bebek
Zülfü Livaneli (Hoş Geldin Bebek)
hoş geldin bebek
yaşama sırası sende
senin yolunu gözlüyor kuşpalazı boğmaca kara çiçek sıtma
ince hastalık yürek enfarktı kanser filan
işsizlik açlık filan
tiren kazası otobüs kazası uçak kazası iş kazası yer depremi sel baskını
kuraklık falan
karasevda ayyaşlık filan
polis copu hapisane kapısı falan
senin yolunu gözlüyor atom bombası falan
hoş geldin bebek
yaşama sırası sende
senin yolunu gözlüyor sosyalizm komünizm filan.6
. Hürriyet Kavgası
Timur Selçuk (Hürriyet Marşı)
İlkay Akkaya (Beyazıt Meydanı)
Sümeyra Çakır (Hürriyet Kavgası)
Tülay German (Hürriyet Kavgası)
Yine kitapları, türküleri, bayraklarıyla geldiler,
dalga dalga aydınlık oldular,
yürüdüler karanlığın üstüne.
Meydanları zaptettiler yine.
Beyazıt’ta şehit düşen
silkinip kalktı kabrinden,
ve elinde bir güneş gibi taşıyıp yarasını
yıktı Şahmeran’ın mağarasını.
Daha gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar.
Dinleyin, duyduğunuz çakalların ulumasıdır.
Safları sıklaştırın çocuklar,
bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır.
. İbrahim Balaban’ın “Mapusane Kapısı Tablosu” Üstüne Söylenmiştir
Yeni Türkü (Mapushane Kapısı)
Altı kadın vardı demir kapının önünde
Beşi toprağa oturmuş, ayakta biri
Sekiz çocuk vardı demir kapının önünde
Besbelli henüz öğrenmemişler gülümsemeyi
Altı kadın vardı demir kapının önünde
Ayakları sabırlı, ellerinde keder
Sekiz çocuk vardı demir kapının önünde
Cin gibi bakıyor kundaktakiler
Altı kadın vardı demir kapının önünde
Sımsıkı gizlemişler saçlarını
Sekiz çocuk vardı demir kapının önünde
Biri kavuşturmuş avuçlarını
Bir jandarma vardı demir kapının önünde
Ne dost ne düşman nöbet uzun hava sıcak
Bir beygir vardı demir kapının önünde
Nerdeyse ağlayacak
Bir köpek vardı demir kapının önünde
Burnu kara, tüyü sarı
Kamış sepetlerde yeşilbiber vardı
Torbalarda kömür, heybelerde soğan sarmısak
Altı kadın vardı demir kapının önünde
Ve demir kapının ardında beş yüz erkek vardı efendim
Altı kadından biri sen değildin ama
Beş yüz erkekten biri bendim
. İnsanların İçindeyim
Grup Yorum (İnsanların İçindeyim [Seni Seviyorum])
Çömeldim bakıyorum toprağa
otlara bakıyorum, böceklere bakıyorum,
mavi mavi çiçek açmış onlara bakıyorum.
sen bahar toprağı gibisin sevgilim
sana bakıyorum.
Sırtüstü uzandım görüyorum gökyüzünü.
ağacın dallarını görüyorum,
uçan leylekleri görüyorum,
Sen bahar mevsimde gökyüzü gibisin sevgilim
seni görüyorum.
Gece kırda ateş yaktım ateşe dokunuyorum,
suya dokunuyorum,
kumaşa dokunuyorum,
gümüşe dokunuyorum,
sen yıldızların altında yakılan ateş gibisin sevgilim,
sana dokunuyorum.
İnsanların içindeyim seviyorum insanları.
Hareketi seviyorum.
Düşünceyi seviyorum.
Kavgamı seviyorum.
Sen bahar içinde bir insansın sevgilim,
seni seviyorum.
. İşte Böyle Laz İsmail
Sevinç Eraltay (Laz İsmail)
Fuat Saka (Laz İsmail)
İlerleyen aydınlığın içindeyim,
ellerim iştahlı, dünya güzel.
Doyamıyor gözlerim ağaçlara :
öyle ümitli onlar, öyle yeşil.
Güneşli bir yol gidiyor dutlukların arasından,
hapisane revirinde penceredeyim.
Duymuyorum ilaçların kokusunu,
bir yerlerde karanfiller açmış olacak.
İşte böyle, karıcığım, işte böyle,
mesele esir düşmekte değil,
teslim olmamakta bütün mesele…7
. Japon Balıkçısı
Ezginin Günlüğü (Japon Balıkçısı)
Işığın Yansıması (Japon Balıkçısı)
Denizde bir bulutun öldürdüğü
Japon balıkçısı genç bir adamdı.
Dostlarından dinledim bu türküyü
Pasifik’te sapsarı bir akşamdı.
Balık tuttuk yiyen ölür.
Elimize değen ölür.
Bu gemi bir kara tabut,
lumbarından giren ölür.
Balık tuttuk yiyen ölür,
birden değil, ağır ağır,
etleri çürür, dağılır.
Balık tuttuk yiyen ölür.
Elimize değen ölür.
Tuzla, güneşle yıkanan
bu vefalı, bu çalışkan
elimize değen ölür.
Birden değil, ağır ağır,
etleri çürür, dağılır.
Elimize değen ölür…
Badem gözlüm, beni unut.
Bu gemi bir kara tabut,
lumbarından giren ölür.
Üstümüzden geçti bulut.
Badem gözlüm beni unut.
Boynuma sarılma, gülüm,
benden sana geçer ölüm.
Badem gözlüm beni unut.
Bu gemi bir kara tabut.
Badem gözlüm beni unut.
Çürük yumurtadan çürük,
benden yapacağın çocuk.
Bu gemi bir kara tabut.
Bu deniz bir ölü deniz.
İnsanlar ey, nerdesiniz?
Nerdesiniz?
. Kadınlarımız
Ahmet Kaya (Tezkere)
Toprak öyle bitip tükenmez, /dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişemeyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle
Ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık kısacıktılar
ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak,
toprak,
ve topraktı.
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
oyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar
birbirlerinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru.
. Kanatları Gümüş Yavru Bir Kuş
Özge Şen Tuncel (Kanatları Gümüş Yavru Bir Kuş)
Kanatları gümüş yavru bir kuş
Gemimizin direğine konmuş
Dağlara çıkma Karadeniz
Yavrudur yârim uçamaz bensiz
Bir yârim var bu yavru kuş gibi
Yârim yüreğime konmuş gibi
Dağlara çıkma Karadeniz
Yavrudur yârim uçamaz bensiz8
. Kanıma Girdiler
Kerem Güney (Kanıma Girdiler)
Kırdılar tazecik yeşil dallarımızı
Kırdılar kitap tutan ellerimizi
Kanına girdiler çocuklarımızın.9
. Karıma Mektup
Fethi Perilioğlu (Karıma Mektup)
Samet Altıntaş (Karıma Mektup)
Bir tanem!
Son mektubunda:
‘Başım sızlıyor yüreğim sersem! ‘ diyorsun.
‘Seni asarlarsa seni kaybedersem;
diyorsun;
‘yaşıyamam! ‘
Yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda; yaşarsın kalbimin
kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlılarda
ölüm acısı.
Ölüm
bir ipte sallanan bir ölü.
Bu ölüme bir türlü
razı olmuyor gönlüm.
Fakat
emin ol ki sevgilim;
zavallı bir çingenenin
kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer
ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
boşuna bakacaklar
Nazıma!
Ben,
alaca karanlığında son sabahımın
dostlarımı ve seni göreceğim,
ve yalnız
yarı kalmış bir şarkının acısını
toprağa götüreceğim…
Karım benim!
İyi yürekli
altın renkli,
gözleri baldan tatlı arım benim:
ne diye yazdım sana
istendiğini idamımın,
daha dava ilk adımında
ve bir şalgam gibi koparmıyorlar
kellesini adamın.
Haydi bunlara boş ver.
Bunlar uzak bir ihtimal.
Paran varsa eğer
bana fanila bir don al,
tuttu bacağımın siyatik ağrısı,
Ve unutma ki
daima iyi şeyler düşünmeli
bir mahpusun karısı.
. Karlı Kayın Ormanında
Zülfü Livaneli (Karlı Kayın Ormanında)
Fuat Saka (Karlı Kayın Ormanı)
Karlı kayın ormanında
yürüyorum geceleyin.
Efkârlıyım, efkârlıyım,
elini ver, nerde elin?
Ayışığı renginde kar,
keçe çizmelerim ağır.
İçimde çalınan ıslık
beni nereye çağırır?
Memleket mi, yıldızlar mı,
gençliğim mi daha uzak?
Kayınların arasında
bir pencere, sarı, sıcak.
Ben ordan geçerken biri :
“Amca, dese, gir içeri.”
Girip yerden selâmlasam
hane içindekileri.
Eski takvim hesabıyle
bu sabah başladı bahar.
Geri geldi Memed’ime
yolladığım oyuncaklar.
Kurulmamış zembereği
küskün duruyor kamyonet,
yüzdüremedi leğende
beyaz kotrasını Memet.
Kar tertemiz, kar kabarık,
yürüyorum yumuşacık.
Dün gece on bir buçukta
ölmüş Berut, tanışırdık.
Bende boz bir halısı var
bir de kitabı, imzalı.
Elden ele geçer kitap,
daha yüz yıl yaşar halı.
Yedi tepeli şehrimde
bıraktım gonca gülümü.
Ne ölümden korkmak ayıp,
ne de düşünmek ölümü.
En acayip gücümüzdür,
kahramanlıktır yaşamak :
Öleceğimizi bilip
öleceğimizi mutlak.
Memleket mi, daha uzak,
gençliğim mi, yıldızlar mı?
Bayramoğlu, Bayramoğlu,
ölümden öte köy var mı?
Geceleyin, karlı kayın
ormanında yürüyorum.
Karanlıkta etrafımı
gündüz gibi görüyorum.
Şimdi şurdan saptım mıydı,
şose, tirenyolu, ova.
Yirmi beş kilometreden
pırıl pırıldır Moskova…
. Kavak
Selda Bağcan (Hey Gidi Kavak)
Arif Kemal (Kavak)
Ağaç gece seyredilir.
Suda gümüşten servidir
İstanbullu Nedim için.
Ak bedenli gelinleri.
Melûl mahzun kayınları
Sever Riyazanlı Yesenin.
Bende bir kavak ürperir,
Nerde olsam sesi gelir
Muhacirliğimden beri.
Her ağaç gibi kavak da
Ömrünce durur ayakta
Gözler durur bir şeyleri.
Gözler şose boylarını,
Anadolu köylerini
Sarı sıcak yaz gününde
Beni de gözledi kavak,
Geceleri haykırarak
Hapishanenin önünde.
Şahit ayıplarımıza,
Şahit kayıplarımıza,
Umudumuzun şahidi.
Şahit bitlenişimize,
Topraktaki işimize,
Hey gidi kavak, hey gidi.
Kavaklarını övmekten,
Kuru kuruya sevmekten
Ne çıkar ki memleketim!
Kara toprağa eğilip,
Yüzümün terini silip
Bir tek kavak dikemedim.
. Kerem Gibi
Cem Karaca (Kerem Gibi)
Fikret Kızılok (Kerem Gibi)
Ferhat Tunç (Kerem Gibi)
Hasret Gültekin (Hava Kurşun Gibi Ağır)
Muzaffer Gürenç (Kerem Gibi)
Hüseyin Aydın (Kerem Gibi)
Yunus Yörük (Kerem Gibi)
Kerem Güney (Kerem Gibi)
Fuat Saka (Kerem Gibi)
Hava kurşun gibi ağır!!
Bağır
bağır
bağır
bağırıyorum.
Koşun
kurşun
erit-
-meğe
çağırıyorum…
O diyor ki bana:
— Sen kendi sesinle kül olursun ey!
Kerem
gibi
yana
yana…
«Deeeert
çok,
hemdert
yok»
Yürek-
-lerin
kulak-
-ları
sağır…
Hava kurşun gibi ağır…
Ben diyorum ki ona:
— Kül olayım
Kerem
gibi
yana
yana.
Ben yanmasam
sen yanmasan
biz yanmasak,
nasıl
çıkar
karan-
-lıklar
aydın-
-lığa..
Hava toprak gibi gebe.
Hava kurşun gibi ağır.
Bağır
bağır
bağır
bağırıyorum.
Koşun
kurşun
erit-
-meğe
çağırıyorum…..
. Kız Çocuğu
Cem Karaca (Kız Çocuğu)
Zülfü Livaneli (Kız Çocuğu)
Fazıl Say & Gökçe Çatakoğlu (Kız Çocuğu)
Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.
Hiroşima’da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin,
şeker de yiyebilsinler.
. Korku
Edip Akbayram (Korkuyorlar)
Bize türkülerimizi söyletmiyorlar Robeson
kartal kanatlı kanaryam
inci dişli zenci kardeşim
türkülerimizi söyletmiyorlar bize.
Korkuyorlar Robeson
şafaktan korkuyorlar,
görmekten, duymaktan, dokunmaktan korkuyorlar
yağmurda çırçıplak yıkanır gibi ağlamaktan,
sımsıkı bir ayvayı dişler gibi gülmekten korkuyorlar.
Sevmekten korkuyorlar, bizim Ferhad gibi sevmekten
(Sizin de bir Ferhad’ınız vardır, elbet Robeson, adı ne?)
tohumdan ve topraktan korkuyorlar,
akan sudan ve hatırlamaktan korkuyorlar.
ne iskonto, ne komisyon, ne vade isteyen bir dost eli
sıcak bir kuş gibi gelip konmamış ki avuçlarının içine
ümitten korkuyorlar Robeson, ümitten korkuyorlar, ümitten,
korkuyorlar kartal kanatlı kanaryam
türkülerimizden korkuyorlar Robeson.
. Kurtuluş Düşü
Zülfü Livaneli (Kurtuluş Düşü)
Yaşım altmış
on dokuzumdan beri bir düş görürüm
yağmur çamur yaz kış
uykuda uyanık
takılmış düşümün peşine yürürüm.
Neleri alıp götürmedi benden ayrılık;
kilometrelerle umut, tonlarla keder,
taradığım saçlar, sıktığım eller.
Bir düşümle ayrılmadık.
Avrupa’yı, Asya’yı, Afrika’yı düşümle dolaştım
bir Amerikanlar vize vermediler
denizlerden dağlardan çöllerden çok adamları sevdim
adamlara şaştım.
Mapusanelerde ışığıydı hürriyetimin
ekmeğimin katığıydı sürgünde
her biten akşamdaydı, her başlayan günde :
ulu kurtuluş düşü memleketimin.10
. Kuvayı Milliye Destanı
Tülay German (Onlar)
Ruhi Su (Onlar ki)
Abidin Ensemble (Onlar)
Ruhi Su (Kadınlarımız)
Cem Karaca (Hasret)
Suavi (Bu Memleket Bizim)
Kerem Güney (Bu Memleket Bizim)
Fuat Saka (Davet)
Başlangıç / Onlar
Onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
câhil,
hakîm
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.
Onlar ki uyup hainin iğvâsına
sancaklarını elden yere düşürürler
ve düşmanı meydanda koyup
kaçarlar evlerine
ve onlar ki bir nice murtada hançer üşürürler
ve yeşil bir ağaç gibi gülen
ve merasimsiz ağlayan
ve ana avrat küfreden ki onlardır,
destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.
Demir,
kömür
ve şeker
ve kırmızı bakır
ve mensucat
ve sevda ve zulüm ve hayat
ve bilcümle sanayi kollarının
ve gökyüzü
ve sahra
ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının,
sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
onlar ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman.
En bilgin aynalara
en renkli şekilleri aksettiren onlardır.
Asırda onlar yendi, onlar yenildi.
Çok sözler edildi onlara dair
ve onlar için :
zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,
denildi.
7. Bap
Ayın altında kağnılar gidiyordu.
Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon’a doğru.
Toprak öyle bitip tükenmez,
dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişmiyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle.
Ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık, kısacıktılar,
ve pırıltılar vardı hasta, kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak,
toprak
ve topraktı.
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar
birbirlerinden gizliyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar,
bizim kadınlarımız :
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yârimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve on beşlik şarapnelin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üstünden Afyon’a doğru.
(…)
8. Bap
(…)
Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim…
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim…
(…)
. Martılar Ah Eder
Melihat Gülses (Martılar Ah Eder Çırparlar Kanat)
Martılar ah eder, çırparlar kanat
Deryalar açılır, kat kat
Gayri beklemeye kalmadı tâkat
Görünsün karşıdan İstanbul şehri
Dalgalar yar beller, kopar kıyamet
Deryayı kan eder, kan eder hasret
Gayri beklemeye kalmadı tâkat
Görünsün karşıdan İstanbul şehri11
. Masalların Masalı
Fazıl Say & Serenad Bağcan (Masalların Masalı)
Vedat Sakman (Masalların Masalı)
Mozaik (Masalların Masalı)
Ruhi Su (Masalların Masalı)
Su başında durmuşuz
çınarla ben.
Suda suretimiz çıkıyor
çınarla benim.
Suyun şavkı vuruyor bize
çınarla bana.
Su başında durmuşuz
çınarla ben, bir de kedi.
Suda suretimiz çıkıyor
çınarla ben, bir de kedinin.
Suyun şavkı vuruyor bize
çınara, bana, bir de kediye.
Su başında durmuşuz
çınar, ben, kedi, bir de güneş.
Suda suretimiz çıkıyor
çınarın, benim, kedinin, bir de güneşin.
Suyun şavkı vuruyor bize
çınara, bana, kediye, bir de güneşe.
Su başında durmuşuz
çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.
Suda suretimiz çıkıyor
çınarın, benim, kedinin, güneşin, bir de ömrümüzün.
Suyun şavkı vuruyor bize
çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze.
Su başında durmuşuz.
Önce kedi gidecek
kaybolacak suda sureti.
Sonra ben gideceğim
kaybolacak suda suretim
Sonra çınar gidecek
kaybolacak suda sureti.
Sonra su gidecek
güneş kalacak,
Sonra o da gidecek.
Su başında durmuşuz
Su serin
Çınar ulu
Ben şiir yazıyorum
Kedi uyukluyor
Güneş sıcak
Çok şükür yaşıyoruz
Suyun şavkı vuruyor bize
Çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze.
. Mavi Gözlü Dev, Minnacık Bir Kadın ve Hanımelleri
Hasan Yükselir (Mavi Gözlü Dev)
Sabahattin Sel (Mavi Gözlü Dev)
O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
bahçesinde ebruliii
hanımeli
açan bir ev.
Bir dev gibi seviyordu dev.
Ve elleri öyle büyük işler için
hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan evin.
O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın
yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan eve.
Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
bahçesinde ebruliiiii
hanımeli
açan ev..
. Mavi Liman
Cem Karaca (Çok Yorgunum)
Ferhat Göçer (Çok Yorgunum Kaptan)
Çok yorgunum, beni bekleme kaptan.
Seyir defterini başkası yazsın.
Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman.
Beni o limana çıkaramazsın…
. Mazeret
Ömer Özgeç (Mazeret)
Şu kara toprağın üzerinde
yıldızların arasında
yolculuğumuz
ne kadarcık zamanın işi ki!
Elimizde ateşin sönmeden yanışı,
taş baltamızın yabanöküzünü yenişi,
alnımızın genişleyip aydınlanışı,
hele, güzelin karşısında başımızın dönüşü
daha dünkü mesele.
Hısım akraba içinde zaten
en azınlık değilsek de
-herhalde fillerin sayısı bizden az-
en genç galiba biziz,
bugünkü halimiz de galiba bu yüzden.
Siz çok daha yaşlısınız bizden,
gün görmüş, umur görmüşsünüz,
dağlar, taşlar ayıplamayın bizi,
kurtlar, kuşlar bizi ayıplamayın,
bizi ayıplamayın komşular;
öfkeden ağlanasıya sersem,
gaddarcasına bedbahtız
fakat asla umutsuz değil.
. Memet
Timur Selçuk (Memet)
Karşı yaka memleket,
sesleniyorum Varna’dan,
işitiyor musun?
Memet! Memet!
Karadeniz akıyor durmadan,
deli hasret, deli hasret,
oğlum, sana sesleniyorum,
işitiyor musun?
Memet! Memet!
. Memetçik Memet
Zülfü Livaneli (Memetçik Memet)
gece gündüz cephelere sevkiyat gider.
nerede başlayıp nerede biter?
ocağında çam ağacı yakan tirenler,
hat boyları yanmış odun kokusu,
askeride hat boyunun tapısı…
memetçik, memet,
memetçik, memet.
dört cephe içinde koptu kıyamet!
vagonların kırk kişilikse yapısı,
seksen memet, yüz memet yüklü hepisi.
kilitlenmiş vagonların kapısı.
tirenler gidiyor memetçik dolusu.
memetçik, memet,
memetçik, memet.
kilitli vagonlarda yoktur merhamet…
…
ben bir memet öldürdüm galiba,
bir ikindi zamanı,
selimiye kışlasında,
taş merdivende
elinde ekmek vardı memedin.
memet nerde bulmuş ekmeği?
kim bilir…
memet sarı bıyıklıydı,
siyahtı ekmek.
ben kırmızı kuşağımı çözerek
(dört kulaç
ışıl ışıl
yünle karışık ipek)
-sen dedim, kes ver bir dilim,
ben bir kulaç kesip vereyim.
-cık dedi.
-iki kulaç?
-cık dedi.
-üç kulaç?
memet ipek kuşağımın tekmilini istedi.
bıyıklar sarı.
ben ekmeğe bakıyorum.
onun gözünde kuşağımın ışıltıları…
bir tekme attım kasıklarına,
tekerleniverdi sırt üstü memet.
ve çam tahtasından yonga çıkar gibi,
bir kemik parçası fırladı kafasından.
ekmek benim elimde
ve lakin merdivenin taşından kan!
canlı ve de kırmızı,
akar uzanır,
benim ipek kuşağa benzer.
memetçik, memet,
memetçik, memet.
açlık çıkınca yoluna,
memetten memede yok mu merhamet?12
. Memleketim
Grup Merhaba (Memleketim)
Fazıl Say & Serenad Bağcan (Memleketim)
Memleketim, memleketim, memleketim,
Ne kasketim kaldı senin ora işi
Ne yollarını taşımış ayakkabım,
Son mintanın da sırtımda paralandı çoktan,
Şile bezindendi.
Sen şimdi yalnız saçımın akında,
Enfarktında yüreğimin,
Alnımın çizgilerindesin memleketim,
Memleketim,
Memleketim…
. Mevlana
Aylin Şengün Taşçı (Mevlânâ)
Sararken alnımı yokluğun tacı
Silindi gönülden neşeyle acı
Kalbe muhabbette buldum ilacı
Ben de müridinim işte Mevlana
Edebe set çeken zulmeti deldim
Aşkı içten duydum, arşa yükseldim
Kalpten temizlendim, huzura geldim
Ben de müridinim işte Mevlana
. Mor Menekşe, Aç Dostlar ve Altın Gözlü Çoçuk
Hasan Yükselir (A Be Şair)
A be şair,
bizim de bir çift sözümüz var
«aşka dair.»
O meretten biz de çakarız
biraz..
Deli çığlıklar atıp avaz avaz
burnumun dibinden gelip geçti yaz
sarı
tahta vagonları
ter, tütün ve ot kokan
bir tren gibi.
Halbuki ben
istiyordum ki gelsin o
kırmızı bakır bakracında bana
sıcak süt getiren gibi…
Fakat neylersin,
yaz böyle gelmedi,
yaz böyle gelmiyor,
böyle gelmiyor, hay anasını… şey!..
EEEEEEEEEY…
kızım, annem, karım, kardeşim
sen
başında güneşler esen
altın gözlü çocuk,
altın gözlü çocuğum benim;
deli çığlıklar atıp avaz avaz
burnumun dibinden gelip geçti de yaz,
ben, bir demet mor menekşe olsun
getiremedim
sana!
Ne haltedek,
dostların karnı açtı
kıydık menekşe parasına!
. Münevver’in Doğum Günü
Hasan Yükselir (Münevver’in Doğum Günü)
Yapraklara dallara, yeşillere, allara,
nice nice yıllara gülüm, nice nice yıllara.
Yaprak dala, al yeşile yaraşır,
gayrı bundan böyle vermem seni ellere…
. Nikbinlik
Edip Akbayram (Güzel Günler Göreceğiz)
Ünol Büyükgönenç (Güzel Günler Göreceğiz)
Güzel günler göreceğiz çocuklar,
güneşli günler
göre-
-ceğiz…
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,
ışıklı maviliklere
süre-
-ceğiz…
Açtık mıydı hele bir
son vitesi,
adedi devir.
Motorun sesi.
Uuuuuuuy! çocuklar kim bilir
ne harikûlâdedir
160 kilometre giderken öpüşmesi…
Hani şimdi bize
cumaları, pazarları çiçekli bahçeler vardır,
yalnız cumaları
yalnız pazarları..
Hani şimdi biz
bir peri masalı dinler gibi seyrederiz
ışıklı caddelerde mağazaları,
hani bunlar
77 katlı yekpare camdan mağazalardır.
Hani şimdi biz haykırırız
Cevap:
açılır kara kaplı kitap:
zindan..
Kayış kapar kolumuzu
kırılan kemik
kan.
Hani şimdi bizim soframıza
haftada bir et gelir.
Ve
çocuklarımız işten eve
sapsarı iskelet gelir..
Hani şimdi biz..
İnanın:
güzel günler göreceğiz çocuklar
güneşli günler
göre-
-ceğiz.
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,
ışıklı maviliklere
süre-
-ceğiz…..
. On Sekiz Yaş
Hasan Yükselir (On Sekiz Yaş)
On sekiz yaşında yürek bir sapan taşı gibi fırlatılır
ve kafamız omuzlarımızın üstünde değil,
nerelerde? nerdedir?
On sekiz yaşında hatırasız yatılır,
on sekiz yaşında pırıltılar ilerdedir :
bir yanı deniz derya
bir yanı yemyeşil ormanlık,
bir yanı gayya kuyusu
bir yanı bizimle başlayan dünya,
bir yanı günlük güneşlik
bir yanı rüya,
bir yanında sırtüstü yat, yıldızlara bak,
bir yanı dümdüz göz alabildiğine koş,
bir yanı tozluk dumanlık
bir yanı bomboş,
habbeler kubbedir, pireler deve
bire bin katılır,
on sekiz yaşında hatıralar düşünülmez anlatılır13
. Orkestra
Barış Yıldırım (Bana Bak Hey Avanak)
Bana bak!
Hey!
Avanak!
Elinden o zırıltıyı bıraksana!
Sana,
üç telinde üç sıska bülbül öten
üç telli saz
yaramaz!
Bana bak!
Hey!
Avanak!
Üç telinde üç sıska bülbül öten
üç telli saz
dağlarla dalgalarla kütleleri
ileri
atlatamaz!
Üç telli saz
yatağını değiştirmek isteyen
nehirlerden:-
köylerden, şehirlerden
aldığı hızla,
milyonlarla ağzı
bir tek
ağızla
güldüremez!
Ağlatamaz!
hey!
hey!
üç telli sazın
üç telinde öten üç sıska bülbül öldü acından.
Onu attım
köşeye!
hey!
hey!
üç telli sazın
ağacından
deli tiryakilere
içi afyon lüleli
bir çubuk
yaptılar!
Hey!
Hey!
Dağlarla dalgalarla, dağ gibi dalgalarla dalga gibi
dağ-lar-la
başladı orkestram!
Hey!
Hey!
Ağır sesli çekiçler
sağır
örslerin kulağına
Hay-kır-dı!.
Sabanlar güleşiyor tarlalarla,
tarlalarla!
Coştu çalgıcı başı,
esiyor orkestram
dağlarla dalgalarla, dağ gibi dalgalarla, dalga gibi
dağ-lar-la.14
. Öldükten Sonra
Yeni Türkü (Öldükten Sonra)
dalmıştım mazinin ölgün sesine
evinin önünden geçiyorken dün
geçmiş zamanlara ağladım yine
hülyamda yaşarken o güzel yüzün
neden bugün bu ev böylece ıssız
nerde eski günler nerdesin ey kız
sensiz gönlüm şimdi yalnız, yapyalnız
derdini sararken bir eski hüzün.
gel bari hayali yakın gel sokul
bu hasta gönülden bir teselli bul
bak o da maziye ağlayan bir dul
birbiri üstünden geçtikçe her gün.
niçin solmayan bir sarı güldün
nasıl oldu bilmem ne çabuk öldün
kara topraklarla sen mi örtüldün
gözlerin gözümde yaşıyorken dün.
bir mezar mı sana son açılan yer
sen gibi güzeller ölürse eğer
inandım ki bazen yaşar ölüler
eski sevgililer önünde bütün.
. Rubailer / Birinci Kısım / 5
Ömer Özgeç (Rubai – Sarılıp Yatmak)
Hasan Yükselir (Rubai)
Sarılıp yatmak mümkün değil bende senden kalan hayâle.
Halbuki sen orda, şehrimde gerçekten varsın etinle kemiğinle
ve balından mahrum edildiğim kırmızı ağzın, kocaman gözlerin gerçekten var
ve âsi bir su gibi teslim oluşun ve beyazlığın ki dokunamıyorum bile…
. Rubailer / Birinci Kısım / 7
Sezen Aksu (Tenna)
Ömer Özgeç (Bu Bahçe Bu Nemli Toprak)
Bu bahçe, bu nemli toprak, bu yasemin kokusu, bu mehtaplı gece
pırıldamakta devâmedecek ben basıp gidince de,
çünkü o ben gelmeden, ben geldikten sonra da bana bağlı olmadan vardı
ve bende bu aslın sureti çıktı sadece…
. Rubailer / İkinci Kısım / 3
Ömer Özgeç (Rubai – Ömür Gelip Geçiyor)
Ömür gelip geçiyor, vakti ganimet bil uyanılmaz uykulara varmadan :
yâkut şarabı billûr kadehe doldur, seher vaktidir ey delikanlı uyan…
Perdesiz, buz gibi odasında uyandı delikanlı,
gecikmeyi affetmeyen fabrikanın canavar düdüğüydü uğuldayan…
. Ruhun
Timur Selçuk (Ruhun)
Ruhun bir ırmaktır gülüm
Akar yukarıda dağların arasından
Dağların arasından ovaya doğru
Ovaya doğru ovaya kavuşamadan bir türlü
Bir türlü kavuşamadan uykusuna söğütlerin
Geniş köprü gözlerinin rahatlığına
Sazlıklara yeşil başlı ördeklere
Düzlüklerin yumuşak başlı kederine kavuşamadan
Kavuşamadan ayın ışığındaki buğday tarlalarına ovaya doğru akar
Akar yukarıda dağların arasından
Bir yığılan bir dağılan bulutları sürükleyip
Geceleri iri iri yıldızları taşıyarak
Dağbaşı yıldızlarını
Mavi güneşlerini de dağbaşı karlarının
Akar köpüklene köpüklene
Dibinde ak taşları kara taşlara karıştırıp
Akar akıntıya karşı yüzen balıklarıyla
Dönemeçlerde kuşkulu
Uçurumlara düşüp şahlanarak
Kendi uğultusuyla deli divane
Akar yukarıda dağların arasından
Dağların arasından ovaya doğru
Ovaya doğru ovayı kovalayıp
Ovaya kavuşamadan bir türlü.
. Saat 4 Yoksun
Zülfü Livaneli (Saat Dört Yoksun)
Fuat Saka (Güzel Günler)
saat dört yoksun
saat beş, yok
altı, yedi, ertesi gün
daha ertesi
ve belki kimbilir…
kitap okurum
içinde sen varsın
şarkı dinlerim
içinde sen
oturdum ekmeğimi yerim
karşımda sen oturursun
çalışırım,
karşımda sen
en güzel deniz,
henüz gidilmemiş olandır
en güzel çocuk
henüz büyümedi
en güzel günlerimiz
henüz yaşamadıklarımız
ve sana söylemek istediğim
en güzel söz
henüz söylememiş olduğum sözdür
o şimdi ne yapıyor?
şu anda şimdi, şimdi, şimdi
evde mi, sokakta mı?
çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı?
kolunu kaldırmış olabilir mi, hey gülüm
beyaz kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi
o şimdi ne yapıyor
şu anda şimdi, şimdi, şimdi
belki dizinde bir kedi yavrusu var, okşuyor
belki de yürüyordur, adımını atmak üzeredir
her kara günümde onu bana
tıpış tıpış getiren sevgili
canımın içi ayaklar
ve ne düşünüyor, beni mi?
yoksa ne bileyim
fasulyenin neden
bir türlü pişmediğini mi?
yahut insanların çoğunun neden böyle
bedbaht olduğunu mu?
o şimdi ne düşünüyor
şu anda şimdi, şimdi
saat dört yoksun
saat beş, yok
altı, yedi, ertesi gün
daha ertesi
ve belki kimbilir…
. Salkımsöğüt
Onur Akın & Grup Baran (Salkım Söğüt)
Akıyordu su
gösterip aynasında söğüt ağaçlarını.
Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını!
Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere
koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere!
Birden
bire kuş gibi
vurulmuş gibi
kanadından
yaralı bir atlı yuvarlandı atından!
Bağırmadı,
gidenleri geri çağırmadı,
baktı yalnız dolu gözlerle
uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!
Ah ne yazık!
Ne yazık ki ona
dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,
beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!
Nal sesleri sönüyor perde perde,
atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!
Atlılar atlılar kızıl atlılar,
atları rüzgâr kanatlılar!
Atları rüzgâr kanat…
Atları rüzgâr…
Atları…
At…
Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!
Akar suyun sesi dindi.
Gölgeler gölgelendi
renkler silindi.
Siyah örtüler indi
mavi gözlerine,
sarktı salkımsöğütler
sarı saçlarının
üzerine!
Ağlama salkımsöğüt,
ağlama,
Kara suyun aynasında el bağlama!
el bağlama!
ağlama!
. Saman Sarısı
Edip Akbayram (Nazım Türküsü)
Abidin Ensemble & Erdem Buri (Abidin)
(…)
sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
işin kolayına kaçmadan ama
gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
ne de ak örtüde elmaların
ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini
sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
1961 yazı ortalarında Küba’nın resmini yapabilir misin
çok şükür çok şükür bugünü de gördüm ölsem de gam yemem gayrının
(…)
. Sekiz Yüz Elli Yedi
Aylin Şengün Taşçı (Sekiz Yüz Elli Yedi)
İslam’ın beklediği en şerefli gündür bu
Rum Konstantiniyye’si oldu Türk İstanbul’u
Cihana karşı koyan bir ordunun sahibi
Türk’ün genç padişahı, bir gök yarılır gibi
Girdi Eğrikapı’dan kır atının üstünde
Fethetti İstanbul’u sekiz hafta üç günde
O ne mutlu, mübarek bir kuluymuş Allah’ın!
Belde-i Tayyibe’yi fetheden padişahın,
Hak yerine getirdi en büyük niyazını
Kıldı Ayasofya’da ikindi namazını!
İşte o günden beri Türkün malı İstanbul,
Başkasının olursa, yıkılmalı İstanbul!
. Sen
Selda Bağcan (Memleketim)
Yeni Türkü (Sen)
Tuncay Kurtoğlu (Sen)
Ömer Özgeç (Sen)
Sen esirliğim ve hürriyetimsin,
Çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin,
Sen memleketimsin.
Sen ela gözlerinde yeşil hareler,
Sen büyük, güzel ve muzaffer,
Ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan hasretimsin…
. Sevgilim Yalan Söylersem
Zekai Tunca (Yalan Söylersem Sana)
Sevgilim yalan söylersem sana
Kopsun ve mahrum kalsın dilim
Seni seviyorum demek bahtiyarlığından
Sevgilim yalan yazarsam sana
Kurusun ve mahrum kalsın elim
Okşayabilmek saadetinden seni
Sevgilim yalan söylerse sana gözlerim
İki nadim gözyaşı gibi avuçlarıma aksınlar
Ve göremesinler seni bir daha
. Seviyorum Seni
Onur Akın (Seviyorum Seni)
Seviyorum seni
ekmeği tuza banıp yer gibi
Geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi
Ağır posta paketini
neyin nesi belirsiz
telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi
Seviyorum seni
denizi ilk defa uçakla geçer gibi
İstanbul’da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldayan birşeyler gibi
Seviyorum seni
Yaşıyoruz çok şükür der gibi.15
. Şiirime Dair
Arif Kemal (A Be Şair)
Ne binecek sırma palanlı bir atım,
ne bilmem nerden gelirâtım,
ne mülküm, ne malım var.
Sadece bir çanak balım var.
Rengi ateşten al
bir çanak bal!
Balım her şeyim benim..
Ben
mülkümü ve malımı
yâni bir çanak balımı
koruyorum haşarattan.
Bekle kardeşim bekle..
Çanağımda
balım olsun,
gelir arısı
Bağdattan..16
. Sofra
Ömer Özgeç (Sofra)
Şu Varna deli etti beni,
divâne etti.
Sofrada domates, yeşil biber, kalkan tavası,
radyoda “Ha uşaklar!” Karadeniz havası,
rakı kadehte aslan sütü, anason,
uy anason kokusu!
Ahbapça, kardeşçe konuşulan dilim…
A be islâh be, islâh be hâlim…
Şu Varna deli etti beni
divâne etti…
. Şeyh Bedrettin Destanı
Zülfü Livaneli (Şeyh Bedrettin Destanı)
Cem Karaca (Şeyh Bedrettin Destanı)
Bulutsuzluk Özlemi (Hep Bir Ağızdan)
Ahmet Kaya (Şeyh Bedrettin)
9.
Sıcaktı.
Sıcak.
Sapı kanlı, demiri kör bir bıçaktı
sıcak.
Sıcaktı.
Bulutlar doluydular,
bulutlar boşanacak
boşanacaktı.
O, kımıldanmadan baktı,
kayalardan
iki gözü iki kartal gibi indi ovaya.
Orda en yumuşak, en sert
en tutumlu, en cömert,
en
seven,
en büyük, en güzel kadın:
TOPRAK
nerdeyse doğuracak
doğuracaktı.
Sıcaktı.
Baktı Karaburun dağlarından O
baktı bu toprağın sonundaki ufka
çatarak kaşlarını :
Kırlarda çocuk başlarını
Kanlı gelincikler gibi koparıp
çırılçıplak çığlıkları sürükleyip peşinde
beş tuğlu bir yangın geliyordu karşıdan ufku sarıp.
Bu gelen
Şehzade Murattı.
Hükmü hümâyun sâdır olmuştu ki Şehzade Muradın
ismine
Aydın eline varıp
Bedreddin halifesi mülhid Mustafanın başına ine.
Sıcaktı.
Bedreddin halifesi mülhid Mustafa baktı,
baktı köylü Mustafa.
Baktı korkmadan
kızmadan
gülmeden.
Baktı dimdik
dosdoğru.
Baktı O.
En yumuşak, en sert
en tutumlu, en cömert,
en
seven,
en büyük, en güzel kadın :
TOPRAK
nerdeyse doğuracak
doğuracaktı.
Baktı.
Bedreddin yiğitleri kayalardan ufka baktılar.
Gitgide yaklaşıyordu bu toprağın sonu
fermanlı bir ölüm kuşunun kanatlarıyla.
Oysaki onlar bu toprağı,
bu kayalardan bakanlar, onu,
üzümü, inciri, narı,
tüyleri baldan sarı,
sütleri baldan koyu davarları,
ince belli, aslan yeleli atlarıyla
duvarsız ve sınırsız
bir kardeş sofrası gibi açmıştılar.
Sıcaktı.
Baktı.
Bedreddin yiğitleri baktılar ufka…
•
En yumuşak, en sert,
en tutumlu, en cömert,
en
seven,
en büyük, en güzel kadın :
TOPRAK
nerdeyse doğuracak
doğuracaktı.
Sıcaktı.
Bulutlar doluydular.
Nerdeyse tatlı bir söz gibi ilk damla düşecekti yere.
Birden-
– bire
kayalardan dökülür
gökten yağar
yerden biter gibi,
bu toprağın verdiği en son eser gibi
Bedreddin yiğitleri şehzade ordusunun karşısına
çıktılar.
Dikişsiz ak libaslı
baş açık
yalnayak ve yalın kılıçtılar.
Mübalâğa cenk olundu.
Aydının Türk köylüleri,
Sakızlı Rum gemiciler,
Yahudi esnafları,
on bin mülhid yoldaşı Börklüce Mustafanın
düşman ormanına on bin balta gibi daldı.
Bayrakları al, yeşil,
kalkanları kakma, tolgası tunç
saflar
pâre pâre edildi ama,
boşanan yağmur içinde gün inerken akşama
on binler iki bin kaldı.
Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yârin yanağından gayrı her şeyde
her yerde
hep beraber!
diyebilmek
için
on binler verdi sekiz binini..
Yenildiler.
Yenenler, yenilenlerin
dikişsiz, ak gömleğinde sildiler
kılıçlarının kanını.
Ve hep beraber söylenen bir türkü gibi
hep beraber kardeş elleriyle işlenen toprak
Edirne sarayında damızlanmış atların
eşildi nallarıyla.
Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların
zarurî neticesi bu!
deme, bilirim!
O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim.
Ama bu yürek
o, bu dilden anlamaz pek.
O, «hey gidi kambur felek,
hey gidi kahbe devran hey,»
der.
Ve teker teker,
bir an içinde,
omuzlarında dilim dilim kırbaç izleri,
yüzleri kan içinde
geçer çıplak ayaklarıyla yüreğime basarak
geçer Aydın ellerinden Karaburun mağlûpları..
14.
Yağmur çiseliyor,
korkarak
yavaş sesle
bir ihanet konuşması gibi.
Yağmur çiseliyor,
beyaz ve çıplak mürted ayaklarının
ıslak ve karanlık toprağın üstünde koşması gibi.
Yağmur çiseliyor,
Serezin esnaf çarşısında,
bir bakırcı dükkânının karşısında
Bedreddinim bir ağaca asılı.
Yağmur çiseliyor.
Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir.
Ve yağmurda ıslanan
yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin
çırılçıplak etidir.
Yağmur çiseliyor.
Serez çarşısı dilsiz,
Serez çarşısı kör.
Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü
Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.
Yağmur çiseliyor.17
. Tahirle Zühre Meselesi
Hasan Yükselir (Tahir ile Zühre Meselesi)
Sema Moritz (Tahirle Zühre Meselesi)
Esin Afşar (Tahir ile Zühre)
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.
Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
. Taranta – Babu’ya Mektuplar
Umuda Ezgi (Yaşamak)
Taranta – Babu’ya Beşinci Mektup
(…)
Yaşamak ne güzel şey
TARANTA – BABU
yaşamak ne güzel şey…
Anlıyarak bir usta kitap gibi
bir sevda şarkısı gibi duyup
bir çocuk gibi şaşarak
YAŞAMAK…
Yaşamak:
birer birer
ve hep beraber
ipekli bir kumaş dokur gibi…
Hep bir ağızdan
sevinçli bir destan
okur gibi
YAŞAMAK..
. . . . . . . . . . . . . . .
YAŞAMAK..
Ne acayip iştir ki
bu ne mene gidiştir ki TARANTA – BABU
bugün bu
«bu inanılmıyacak kadar güzel»
bu anlatılamıyacak kadar sevinçli şey:
böyle zor
bu kadar
dar
böyle kanlı
bu denlü kepaze…
. Tuna Üstüne Söylenmiştir
Hasan Yükselir (Tuna)
Ömer Özgeç (Tuna Üstüne Söylenmiştir)
Gökte bulut yok
söğütler yağmurlu
Tuna`ya rastladım
akıyor çamurlu çamurlu
hey Hikmet`in oğlu, Hikmet`in oğlu
Tuna`nın suyu olaydın
Karaorman’dan geleydin
Karadeniz`e döküleydin
mavileşeydin mavileşeydin mavileşeydin
geçeydin Boğaziçi`nden
başında İstanbul havası
çarpaydın Kadıköy iskelesine
çarpaydın çırpınaydın
vapura binerken Memet’le anası.
. Türk Köylüsü
Kerem Güney (Türk Köylüsü)
Topraktan öğrenip
kitapsız bilendir.
Hoca Nasreddin gibi ağlayan
Bayburtlu Zihni gibi gülendir.
Ferhad’dır
Kerem’dir
ve Keloğlan’dır.
Yol görünür onun garip serine,
analar, babalar umudu keser,
kahbe felek ona eder oyunu.
Çarşambayı sel alır,
bir yâr sever
el alır,
kanadı kırılır
çöllerde kalır,
ölmeden mezara koyarlar onu.
O, «Yûnusû biçâredir
baştan ayağa yâredir,»
ağu içer su yerine.
Fakat bir kerre bir derd anlayan düşmeyegörsün önlerine
ve bir kerre vakterişip :
«—Gayrık yeter!…»
demesinler.
Ve bir kerre dediler mi :
«İsrafil surunu urur
mahlukat yerinden durur»,
toprağın nabzı başlar
onun nabızlarında atmağa.
Ne kendi nefsini korur,
ne düşmanı kayırır,
«Dağları yırtıp ayırır,
kayaları kesip yol eyler âbıhayat akıtmağa…»
. Vapur
Zülfü Livaneli (Vapur)
Ömer Özgeç (Vapur)
Yürek değil be, çarıkmış bu, manda gönünden,
teper ha babam teper
paralanmaz
teper taşlı yolları.
Bir vapur geçer Varna önünden,
uy Karadeniz’in gümüş telleri,
bir vapur geçer Boğaz’a doğru.
Nazım usulcacık okşar vapuru,
yanar elleri..
. Vasiyet
Fuat Saka (Vasiyet)
Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
ölürsem kurtuluştan önce yani,
alıp götürün
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni.
Hasan beyin vurdurduğu
ırgat Osman yatsın bir yanımda
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.
Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın,
seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu,
tarlalar orta malı, kanallarda su,
ne kuraklık, ne candarma korkusu.
Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,
toprağın altında yatar upuzun,
çürür kara dallar gibi ölüler,
toprağın altında sağır, kör, dilsiz.
Ama bu türküleri söylemişim ben
daha onlar düzülmeden,
duymuşum yanık benzin kokusunu
traktörlerin resmi bile çizilmeden.
Benim sessiz komşulara gelince,
şehit Ayşe’yle ırgat Osman
çektiler büyük hasreti sağlıklarında
belki de farkında bile olmadan.
Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
– öyle gibi de görünüyor –
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani…
. Veda
Grup Yorum (Hoşçakalın Dostlarım)
Hoşça kalın
dostlarım benim
hoşça kalın!
Sizi canımda
canımın içinde,
kavgamı kafamda götürüyorum.
Hoşça kalın
dostlarım benim
hoşça kalın…
Resimlerdeki kuşlar gibi
dizilip üstüne kumsalın,
mendil sallamayın bana.
İstemez…
Ben dostların gözünde kendimi
boylu boyumca görüyorum…
A dostlar
a kavga dostu
iş kardeşi
a yoldaşlar a..!!.
Tek hecesiz elveda..
Geceler sürecek kapımın sürgüsünü,
pencerelerde yıllar örecek örgüsünü.
Ve ben bir kavga şarkısı gibi haykıracağım
mapusane türküsünü.
Yine görüşürüz
dostlarım benim
yine görüşürüz…
Beraber güneşe güler,
beraber dövüşürüz…
A dostlar
a kavga dostu
iş kardeşi
a yoldaşlar a..!!.
ELVEDA..!!…….
. Vera’ya
Sabahattin Sel (Vera)
Gelsene dedi bana,
Kalsana dedi bana,
Gülsene dedi bana,
Ölsene dedi bana,
Geldim,
Kaldım,
Güldüm,
Öldüm.
. Yanmamış Cigara
Kerem Güney (Yanmamış Cigara)
o bu gece ölebilir
ceketinin göğsünde bir kurşun yanığıyla.
o bu gece gitti ölüme,
kendi ayağıyla..
– cigaran var mı? dedi..
– var, dedim.
– kibrit?
– yok, cigaranı kurşun yakar, dedim.
aldı cigarayı gitti..
belki şimdi upuzun yatıyor
dudaklarında yanmamış bir cigara
göğsünde bir yara…
gitti.
darp işareti.
bitti…
. Yapıyla Yapıcılar
Ünol Büyükgönenç (Yapıyla Yapıcılar)
Yapıcılar türkü söylüyor,
yapı türkü söyler gibi yapılmıyor ama.
Bu iş biraz daha zor.
Yapıcıların yüreği
bayram yeri gibi cıvıl cıvıl,
ama yapı yeri bayram yeri değil.
Yapı yeri toz toprak,
çamur, kar.
Yapı yerinde ayağın burkulur,
ellerin kanar.
Yapı yerinde ne çay her zaman şekerli,
her zaman sıcak,
ne ekmek her zaman pamuk gibi yumuşak,
ne herkes kahraman,
ne dostlar vefalı her zaman.
Türkü söyler gibi yapılmıyor yapı.
Bu iş biraz daha zor.
Zor mor ama
yapı yükseliyor, yükseliyor.
Saksılar konuldu pencerelere
alt katlarında.
İlk balkonlara güneşi taşıyor kuşlar
kanatlarında.
Bir yürek çarpıntısı var
her putrelinde, her tuğlasında, her kerpicinde.
Yükseliyor
yükseliyor
yükseliyor yapı kanter içinde.
. Yaşamaya Dair
Hüsnü Arkan (Yaşamak) [1-2]
Hümeyra (Yaşamaya Dair) [2]
1
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
2
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak…
. Yatar Bursa Kalesinde
Grup Ekin (Sevdalınız Hapistir)
sevdalınız komünisttir,
on yıldan beri hapistir,
yatar bursa kalesinde.
hapis ammâ, zincirini kırmış yatar,
en âlâ mertebeye ermiş yatar,
yatar bursa kalesinde.
memleket toprağındadır kökü,
bedreddin gibi taşır yükü,
yatar bursa kalesinde.
yüreği delinip batmadan,
şarkısı tükenip bitmeden,
cennetini kaybetmeden,
yatar bursa kalesinde.
. Yılbaşı
Gülden Özsoy (Yılbaşı)
Seyir Defteri (Münevver’e)
Yağdı, bütün gece yağdı kar,
yıldızlarla aydınlanarak.
Bir şehir, bir sokak, bir ev var,
ahşap bir ev, uzak mı uzak.
Yatıyor minderde bir çocuk,
benim oğlan, sarışın, tombul.
Misafir yoktu, kimseler yok.
Pencerede fakir İstanbul.
Öttü acı acı düdükler.
Hapislik gibidir yalnızlık.
Kapadı kitabı münevver,
ağlayıverdi yumuşacık.
Bir şehir, bir ev, bir sokak var,
ahşap bir ev, uzak mı uzak.
Yağdı bütün gece yağdı kar
yıldızlarla aydınlanarak.
. Yıllar Geçti Yârdan Hâlâ Gelmedi Haber
Hasan Yükselir (Rüzgar)
Yıllar geçti yardan hala gelmedi haber
O vefasız yad ellerde acep ne eyler?
Rüzgar ona dertlerimi bari sen anlat
Git kaygısız şen gönlüne biraz elem kat
Ayrılmıştım ben onunla bir karlı gece
Hatırlamaz o geceyi belki iyice
Yıldızlarla parıldayan bir sema gibi
Yaş dolmuştu pek sevdiğim siyah gözleri
Yıllar var ki o bakışı düşünerekten
Aşkımızı ölmeyecek zannetmiştim ben
Bu hissimde yanılmamak ümidi bugün
Beni biraz yaşatıyor işte onun’çün:
Rüzgar ona dertlerimi ne git ne anlat
Ne de gelip hasta ruha daha elem kat
. Yine Akşam Oldu
Aylin Şengün Taşçı (Yine Akşam Oldu)
Yine akşam oldu karardı sular
Boş dağlarda kaval akisleri var
Göllerden kayboldu beyaz kuğular
Eğilen dallarda inliyor rüzgâr
Gümüş çivilerle sema gerildi
Gecenin gölgesi düştü ovaya
Lâleler sarardı güller serildi
Bülbüller âşıktı doğacak aya
. 20 Eylül 1945
Hümeyra (Kelimelerinin)
Bu geç vakit
bu sonbahar gecesinde
kelimelerinle doluyum;
zaman gibi, madde gibi ebedî,
göz gibi çıplak,
el gibi ağır
ve yıldızlar gibi pırıl pırıl
kelimeler.
Kelimelerin geldiler bana,
yüreğinden, kafandan, etindendiler.
Kelimelerin getirdiler seni,
onlar : ana,
onlar : kadın
ve yoldaş olan…
Mahzundular, acıydılar, sevinçli, umutlu, kahramandılar,
kelimelerin insandılar…18
. 24 Eylül 1945
Tülay German (En Güzel Deniz)
Fuat Saka (En Güzel Deniz)
En güzel deniz :
henüz gidilmemiş olanıdır.
En güzel çocuk :
henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz :
henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz :
henüz söylememiş olduğum sözdür…19
. 30 Eylül 1945
Ezginin Günlüğü (Seni Düşünmek Güzel Şey)
Ahmet Kadri Rizeli (Seni Düşünmek Güzel Şey)
Tülay German (Seni Düşünmek)
Sevinç Eratalay (Seni Düşünmek)
Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey,
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey…
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil,
Şarkı söylemek istiyorum.20
. 2 Ekim 1945
Sabahattin Sel (Ben Seni İsterim)
Rüzgar akar gider,
aynı kiraz dalı bir kere bile sallanmaz aynı rüzgarla.
Ağaçta kuslar cıvıldaşır: kanatlar uçmak ister.
Kapı kapalı: zorlayıp açmak ister.
Ben seni isterim:
senin gibi güzel,
dost ve sevgili olsun hayat…
Biliyorum henüz bitmedi sefaletin ziyafeti…
Bitecek fakat…21
. 6 Ekim 1945
Hakan Yeşilyurt (Piraye)
İlkay Akkaya (Piraye)
Bulutlar geçiyor : haberlerle yüklü, ağır.
Buruşuyor hâlâ gelmeyen mektup avucumda.
Yürek kirpiklerin ucunda
uzayıp giden toprak uğurlanır.
Benim bağırasım gelir : — “Pîrâye ,
Pîrâye!…” — diye…22
. 8 Ekim 1945
Hasan Yükselir (Seni Kıskanıyorum)
Çekilmez bir adam oldum yine :
uykusuz, aksi, nâlet.
Bir bakıyorsun ki
ana avrat söver gibi, azgın bir hayvanı döver gibi bugün çalışıyorum,
sonra bir de bakıyorsun ki
ağzımda sönük bir cıgara gibi tembel bir türkü
sabahtan akşama kadar sırtüstü yatıyorum ertesi gün.
Ve beni çileden çıkartıyor büsbütün
kendime karşı duyduğum nefret
ve merhamet…
Çekilmez bir adam oldum yine :
uykusuz, aksi, nâlet.
Yine her seferki gibi haksızım.
Sebep yok,
olması da imkânsız.
Bu yaptığım iş ayıp
rezalet.
Fakat elimde değil
seni kıskanıyorum
beni affet…23
. 28 Ekim 1945
Fuat Saka (Karıma Mektuplar Itır Saksısı)
Itır saksısında artan koku,
denizlerde uğultular
ve işte dolgun bulutları ve akıllı toprağıyla sonbahar…
Sevgilim,
yaş kemâlini buldu.
Bana öyle gelir ki
belki bin yıllık bir ömrün macerası geçti başımızdan.
Ama biz hâlâ
güneşin altında el ele yalnayak koşan
hayran gözlü çocuklarız…24
Nazım Hikmet Ran’ın bestelenmiş şiirlerini eksiksiz bir araya getirmeye çalıştım. Bütün gayretime rağmen kıyıda köşede kalmış bir şiir mutlaka vardır. Listede göremediğiniz şiirleri, listenin hatalı olduğunu düşündüğünüz yerleri bir yorum veya e-postayla iletirseniz sevinirim.
- Bu şiir şairin eserlerinde yer alıyor mu bilmiyorum. Sadece bir internet sayfasında bulduğum bilgiye dayanarak buraya alıyorum. ↩︎
- Şiir “İsimsiz Şiirler” (27 Eylül, Pitsunda, 1958) içinde yer almaktadır. Şarkı ismi şiir adı olarak kullanılmıştır. ↩︎
- Fikret Kızılok’un bu bestesi, iki şiir içerir. Biri Ahmed Arif’in “Anadolu” şiiri, diğeri Nazım Hikmet’in “Güneşi İçenlerin Türküsü” şiiridir. Aslında Nazım’ın şiirinden çok küçük bir bölüm alınmıştır. Ama besteye Nazım’ın dizeleri isim verdiği için bu besteyi de eklemeyi uygun gördüm. ↩︎
- Bu şiir şair tarafından -sanırım- değiştirilerek ikinci kez yazılmıştır. 1918 yılında yazılan ilk şekli ile iki yıl sonra yazılan şekli son dörtlükte benzerlik gösterir. Her iki şekli de bestelendiği için buraya ikisini birlikte almayı uygun gördüm. Şahsi fikrim şiirin son şeklinin şair tarafından kabul gördüğüdür. ↩︎
- Bu şiir Yeni Şiirler (1951-1959) üst balığı içinde yer alan isimsiz şiirlerden biridir. Şarkıya verilen isim şiir adı olarak kullanılmıştır. ↩︎
- Şiir “İsimsiz Şiirler” (10 Eylül 1961, Laypzig) içinde yer almaktadır. Şarkı ismi şiir adı olarak kullanılmıştır. ↩︎
- Bu şiir şairin Bursa Cezaevinde yazdığı isimsiz şiirlerden biridir. Şiirdeki “İşte böyle karıcığım” dizesi Adam Yayınları ve Yapı Kredi Yayınları da dâhil olmak üzere neredeyse bütün yayınevlerinde bu şekliyle yer alır. Ama 1962 yılında Rusça yayımlanan kitabında ve ayrıca 1975 yılında Bilgi Yayınevi tarafından yayımlanan “Mapusluk Zor Zanaat” kitabında hem şiirin dizesi hem de şiirin adı “İşte Böyle Laz İsmail” olarak geçmektedir. Şiirin adı bu kitaptaki şekliyle buraya alınmıştır. Kaynak bilgi için bakınız… ↩︎
- Bu şiirin hangi kitapta geçtiğine dair bir bilgi bulamadım. Sadece internet ortamında Murat Bardakçı’nın bir yazısında bu şiirden bahsettiği gördüm. ↩︎
- Şiir “İsimsiz Şiirler” (1960, Nisan) içinde yer almaktadır. Şarkı ismi şiir adı olarak kullanılmıştır. ↩︎
- Şairin 1962’de yazdığı isimsiz şiirlerinden biridir. Son dörtlüğü Zülfü Livaneli tarafından bestelenmiş ve 1979’da çıkan Atlının Türküsü albümünde Kurtuluş Düşü adıyla yer almıştır. Burada da şiire aynı başlık verilmiştir. ↩︎
- Bu şiirin hangi kitapta geçtiğine dair bir bilgi bulamadım. Sadece internet ortamında Murat Bardakçı’nın bir yazısında bu şiirden bahsettiğini gördüm. ↩︎
- Bu dizeler, “Memleketimden İnsan Manzaraları”nda, trende seyahat eden Kartallı Kazım’ın hikâyesinde geçmektedir. Memleketimden İnsan Manzaraları, Nâzım Hikmet’in 1939’da yazmaya başladığı, 1960’ların ikinci yarısında yayımlanabilen şiir kitabıdır. 17 bin mısradan oluşan eser Nâzım Hikmet şiirinin doruğu kabul edilir. Beş cilt hâlinde yayımlanan eser, İkinci Meşrutiyet’ten II. Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde Anadolu’da yaşamış sıradan insanların öykülerini okuyucuya sunar. ↩︎
- Bu dizeler, “Memleketimden İnsan Manzaraları”nda geçer. ↩︎
- Bu şiir Nazım Hikmet’in bestelenen ilk şiiri olarak kayıtlara geçmiştir. Bilgi için bakınız… ↩︎
- Bu şiirin ilk bölümü ile İlhan Berk’in “Ne Böyle Sevdalar Gördüm Ne Böyle Ayrılıklar” şiiri birlikte tek şarkı yapılmıştır. ↩︎
- Bu şiirin Arif Kemal tarafından yapılan bestesinde şairin “A Be Şair” şiirinin bir kısmı da kullanılmış hatta besteci şarkıya bu şiirin adını (A Be Şair) vermiştir. Ancak şarkıda daha çok “Şiirime Dair” şiirinden mısraya yer verildiği için şarkının bu şiirde olması gerektiğini düşündüm. ↩︎
- Şeyh Bedrettin Destanı çok uzun bir şiir olduğu için sadece şarkıların geçtiği birer bölüm buraya eklendi. ↩︎
- “Saat 21-22 Şiirleri”nden biridir. Bu şiirler 1945 yılında hapisteyken büyük aşkı ve karısı Piraye için yazılmıştır. ↩︎
- “Saat 21-22 Şiirleri”nden biridir. Bu şiirler 1945 yılında hapisteyken büyük aşkı ve karısı Piraye için yazılmıştır. ↩︎
- “Saat 21-22 Şiirleri”nden biridir. Bu şiirler 1945 yılında hapisteyken büyük aşkı ve karısı Piraye için yazılmıştır. ↩︎
- “Saat 21-22 Şiirleri”nden biridir. Bu şiirler 1945 yılında hapisteyken büyük aşkı ve karısı Piraye için yazılmıştır. ↩︎
- “Saat 21-22 Şiirleri”nden biridir. Bu şiirler 1945 yılında hapisteyken büyük aşkı ve karısı Piraye için yazılmıştır. ↩︎
- “Saat 21-22 Şiirleri”nden biridir. Bu şiirler 1945 yılında hapisteyken büyük aşkı ve karısı Piraye için yazılmıştır. ↩︎
- “Saat 21-22 Şiirleri”nden biridir. Bu şiirler 1945 yılında hapisteyken büyük aşkı ve karısı Piraye için yazılmıştır. ↩︎
Ne kadar emek var bu yazıda, ne kıymetli bilgiler….
Geçen gün Yıldız Kenter belgeselinde onun sesinden üstadın “Ellerinize ve Yalana Dair” şiirini dinlediğim an geldi aklıma bu derlemeyi görünce…
İyilikle,
Teşekkür ederim Yıldız Hanım.
Epey emek harcadım. İstediğim şekle geldi mi derseniz henüz gelmedi. Araştırdıkça yeni bir şiir ve beste çıkıyor karşıma. Çalışmaya devam. 😊