Hepimizin imrendiği aşk hikâyeleri vardır. Okurken bazen aşkın ansızın bitişiyle hüzünlenir, bazen sıkıntılara rağmen aşkın nasıl coşkun bir sel gibi engelleri birer birer yıktığına şahit olur ve onunla birlikte biz de mutluluğa kapı aralarız. Bu hikâyelerden biri de Piraye ve Nâzım aşkıdır. “Nâzım Hikmet ve Piraye Hanım arasındaki aşk, dillere destan olmuş bir aşktır.” desem abartmış olur muyum? Bu sorunun cevabını yazıyı okuduktan sonra verirsiniz.
Anlatacaklarım yeni şeyler değil. Üzerinden çok zaman geçmiş ilişkilerin bağlamından kopuk değerlendirmesi de olabilir söyleyeceklerim. Cahit Sıtkı Tarancı‘nın “Değirmen” şiirinde söylediği gibi cahilliğe övgü yapmak en güzeli: “Suyun kurusun kanadın kırılsın değirmen / Yetişir beni öğüttüğün / Bırak cahilliğim saflığım gitmesin elden / Bilmek yanmakmış büsbütün” Aşka olan inancınızı yitirmek istemiyorsanız bazı aşkların derinine inmemek, ayrıntısını hiç öğrenmemek gerekiyor.
Hepiniz bilirsiniz Nâzım – Piraye aşkını. Belki hikâyesini okudunuz pek çok yerde. Belki imrendiniz biraz. Saat 21-22 Şiirleri adıyla kitaplaşan şiirlerin tamamı hapishanede Piraye için yazılmıştır. Aşağıdaki dizeleri hepiniz okumuş olmalısınız.
Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey,
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey…
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil,
Şarkı söylemek istiyorum
Piraye’ye Mektuplar
Nâzım’ın “Piraye’ye Mektuplar” adlı eserini birkaç yıl önce okudum. Her kitap fuarına gittiğimde bu kitabı elime alır, saatlerce inceler, sonra geri bırakırdım. Nâzım’ın hapishaneden yazdığı bu mektuplarda beni çeken bir şey varmış gibi gelirdi ama bir türlü alıp okuyamamıştım.
İşlenmemiş suçların cezası olarak bir yıla yakın hapis yatıp çıktıktan sonra yine bir kitap fuarında paraya kıyıp(!) eseri satın aldım. Ama hemen okuyamadım. Okumam çok sonraya kaldı. Ülkede aranmaya başladığım dönemde kısa bir süre misafir kaldığım bir dost evinde okudum eseri. Hapishanede yazılmış mektupları hapse girmemek için saklandığım günlerde okumak da bu işin ironisi oldu benim için. Ama konumuz bu değil.
Eseri okurken Nâzım’ın ruh hâlini anlamaya çalıştım hep. İki farklı davadan toplam 28 yıl ceza verilmiş bir insanın, içeride hangi ruh haline bürüneceğini içeriye hiç girmeden anlamak biraz zor olabilir. Kısa bir süre hapis yatmış biri olarak gözümün önüne 28 yılı getirdim hep eseri okurken. Nâzım’ın çaresizliğini, yalnızlığını, Piraye’ye tutunuşunu, Piraye için çırpınışını içim sızlayarak okuduğumu anımsıyorum.
Diğer yanda Piraye’nin Nâzım için yaptıklarını da Nâzım’ın satır aralarında hayranlıkla okumuştum. Kolay değildi 28 yıl boyunca bir sevgiliyi ve eşi hapisten çıkacak diye beklemek. Piraye bu sınavı alnının akıyla vermişti. (Nâzım’ın 12 yıl hapiste kaldığını da belirteyim burada.)
Hapisten çıkmasına çok az kaldığı bir zamanda Nâzım, karısını akrabası Münevver ile aldatacak ve bir mektupla her şeyin bittiğini söyleyecekti. O mektubu okurken Nâzım’a çok kızmıştım. Büyük bir vefasızlıktı Nâzım’ın yaptığı. Daha sonraki aşklarında da görecektik ki Nâzım biraz ayran gönüllüydü. Yeni birini bulduğunda eskisini bir çöp gibi kapının önüne koyuyordu. Her limanda bir sevgilisi olan kaptanlara benziyordu daha çok.
Nâzım’ın bu ihanetinden dolayı “Piraye – Nâzım” aşkında ben hep Piraye’den yana oldum. Ta ki Piraye’nin evli bir kadınken Nâzım’la aşk yaşadığını öğreninceye kadar. Nâzım’ın sevgilisi Piraye evlidir ve iki çocuğu vardır. Burada Piraye’nin ilk evliliğinin bitti-bitecek noktada olması benim gözümde onu masum kılmıyor.
İşin ilginci Nâzım’ın, Piraye ile olan evliliğinin bitmesine sebep olan Münevver de Nâzım’la aşk yaşamaya başladığında başka biriyle evlidir.
Aşk ve ihanet
Hikayenin sonuna geldiğimizde ihanet eden üç insan kalır elimizde.
Evliyken Nâzım’la aşk yaşayan ve yuvasını yıkan Pireye…
Piraye ile evliyken Münevver’le aşk yaşayan ve yuvasını yıkan Nâzım…
Evliyken yuvasını yıkma noktasına getiren ve Nâzım’la aşk yaşayan Münevver…
Piraye: İlk kocasını Nâzım’la aldatır. Bunun bedelini, Nâzım’ı yıllarca beklediği hâlde ona kavuşamayarak öder. Tam kavuştum dediği anda Münevver gelir ve yuvayı yıkar. Geriye sadece Nâzım’ın kendisine hapishaneden yazdığı içli mektuplar kalır. Kocasının ihanetine rağmen yıllarca bu mektupları saklamış olması, biten evliliklerine dair tek kelime söz etmemesi Piraye’nin takdir edilecek yanlarından biridir.
Münevver: İlk kocasını aldatmanın bedelini, hayatı boyunca yaşadığı sıkıntılarla öder. Nâzım’dan bir oğlu olur. Mehmed’in doğumundan hemen sonra Nâzım yurt dışına kaçmak zorunda kalır. Mehmed, babasını yıllar sonra görür ve onu babalığa kabul etmez. Türkiye’den kaçtıktan sonra Varşova’da karşılaşırlar ama Nâzım Vera’yla evli olduğu için Münevver’i reddeder.
Nâzım: Görünürde en uzun evliliği olmasına rağmen Nâzım’ı Nâzım yapan Piraye’ye kavuşamamış. Tek çocuğunun annesi Münevver’e kavuşamamış. Ömrü sürgünlerde geçmiş. Kayıtlarda yedi kadınla birlikte yaşadığı yazıyor. Üçü Piraye’den önce, üçü Piraye’den sonra. Nüzhet, Liyolya, Lena, Piraye, Münevver, Galina, Vera… Piraye’den öncekiler için bir şey söylemek zorsa da sonrakiler hep Piraye’nin yerini doldurma çabası gibi gelir bana. Ama Piraye’nin ahı, Nâzım’ın yakasını hiç bırakmamıştır.
Aşk bahsinde Piraye’ye imrenerek bakmış ve “İnsan sevecekse böyle sevmeli.” demiştim hep. Piraye’nin, ilk kocasına ihanetini öğrendikten sonra aşktan iğrenmiştim. Evli Münevver’in evli Nâzım’la aşklarını öğrenince de insanın ne kadar çiğ olduğunu düşünmüş, erkek-kadın fark etmeksizin aşk dediğimiz şeyin aslında bedenî hazların ötesine hiç geçmediğini bir kez daha kabul etmiştim.
Edebe mugayir olmasın diye ben cümleyi hafifleterek kuracağım, siz istediğiniz gibi kurabilirsiniz. Beşerî anlamda “sana aşığım” cümlesi artık benim için “sana sahip olmak istiyorum”dan başka bir anlam ifade etmiyor.
Siz aşka inanmaya devam edin.
Hele şimdi aşk mı var, bedensel hazların peşinde herkes. Uzun sürmüş evlilikleri küçümserler
en azından saygı ve kökleşmiş sevgiyle sürüyor ilişkiler.
Haklısınız, şimdilerde aşk yok. Belki eskiden de yoktu, biz var sandık. Bir yanılsamaydı hepsi. Ama şimdiki kadar ayağa düşmemişti hiçbir şey.