Sevgili Zehra,
Bu şehirden gidiyorsun. Hazırlıksız yakalanmadın değil mi? Kaç yıldır beklenen bir andı bu. Ne acı! Acıtır insanın yüreğini. Çaresizliğin en koyusu gelir oturur gözbebeklerine. Büyür, büyür, büyür. Taşınca gözpınarlarından bir sel, hüznüne kapılıp bırakırsın kendini tuzlu sularına.
Gidişler kör eder insanı. Bu yüzdendir gidenlerin ağır aksak ilerlemeleri. Sağa sola çarpa çarpa yol almaları. Aslında giden kördür, bundandır gidişlerin kör edişi. Varılan mekânlarda da açılır sanma gözleri. Çoğu kez körlüğe katkı yapar mekânlar. Mekânların kaydından kurtarabilirsek kendimizi, gözlerimize de ihtiyacımız kalmayacak, bilirsin.
Ve insan nasıl yıkar gururunu gidişlerde! Ya da gururu nasıl engel olur kalışlarına? Ayaklar altına alınan gurur değildir aslında. Kıymeti tam bilinemeyen geçmiş, geçmiştir. Gelecek de kim bilir ne zaman gelecek!
Ama gidersin. Bir tambur bir yalnızlığı anlatır, o ışıksız pencereden, pencerelerden. Her telinde ince bir hasret, mızrap yüreğine dokunur. Sussan -ki susamazsın- sesi duyulur. Hiç susmadıysan duyamazsın. Ve hiç yaşamadıysan bilemezsin, tambur nedir, yalnızlık ne!
Çok sonraları fark edersin her insanın bir yabancı olduğunu. Bir taş gibi. Koca bir dağ gibi durur pek çoğu yanında. Ama taştır. Gitme telaşına kapılmışsan bir kez umursamazsın bu katılığı. Öyle ki her gün kapımızın önünde bekleyen ağaç, gün gün ölür ama biz farkında olmayız bu tükenişin. Duymazsın nasıl ölür.
Madem bu şehirden gidiyorsun, geceyi göm içine. Gece sığar mı içine? Ya da kaç gece sığar? Bir gece çöplüğüne dönünceye kadar için, istifle karanlığı. Boyunu aşarsa aşsın. Umutlarını da aşacak değil ya!
Ve sabahın hüznünü bekleme.1 “Sabahın hüznü mü?” deme. Evet, deme ve bekleme. Hani gidişlerin ardından gelen ilk sabah vardır ya… Yağmuru seversin değil mi? Nisan yağmurlarını… Ama sonrasında bir güneş aydınlatır âlemi. Yağmurun hüznü de vardır onda, kendi hüznü de. Yağmurun gidişine mi üzülmeli, yoksa güneşin gelişine mi, bilemez insan. Biri olmadan biri anlamsız gibi durur. Sabahın hüznü budur.
Şimdi git! “Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın.”2 diyen şair misali, ışıksız pencerelerden yalnızlığı al da git. Ne tamburu duy, ne kapınızın önünde can veren ağacı. Ne gecenin haberi olsun, ne sabahın hüznünün.
Yıllar sonra albümlere bakanlar bir Zehra yaşamış bu şehirde desinler. Gitmezsen demezler. Gitmeni kim istiyor, bilmiyorsun, ama git!
ah be zeybekler :’) ah be hilmi hocam Allah yüreğinize ayaz değdirmesin
Teşekkürden sonra…
Ah be Zehra! Daha kaç kez “Ah be Zeybekler!” diyeceksiniz, diyeceğiz kim bilir. Bir okulu ayrıcalıklı kılan her ne varsa biz onu yaşamıştık sanırım Zeybekler’de. Geçmiş geri gelmiyor işte.
Anlaşılan yeni yeni kıymete biniyor yazılanlar. 🙂