Sevgili Ahmet,
Ne çok türkü dinlemiştik senin o güzel sesinden. Ve daha dinleyecektik, fırsat vermediler. Ben olmasam da sen sesini çoğaltmaya devam et. Susarsan -ki susmamızı istiyorlar- türkü söyleme hakkını elinden almakla kalmayacaklar, yaşama hakkına da göz dikecekler yarın. Susma!
Yarın, aydınlık günlere uyandığında ülkem beraber söyleyeceğimiz türküler biriktir benim için. Yarım kalan güzellikleri tamamlamak için yeniden yola çıktığımızda yol azığı epey türkümüz olsun yanımızda. Hasret türküleri de olsun, gurbet türküleri de. Bazen ağıtlar yakalım güzel ülkemin kaybedilmiş yıllarına. Ama en çok isyan türküleri sakla belleğinde. Günü gelir, “Namussuza, halden bilmeze / Kahpe yalana / … / Dipsiz kuyulara / Akan yıldıza / Bir kibrit çöpüne varana”1 her şeyin suratına bir kurşun gibi saplamak için. Bir mavzer gibi…
Ben de kelimeler biriktiriyorum senin için. Gökyüzü, umut, özgürlük bende. Keder, hasret, yalnızlık, kör kuyu bende. Aşkı da aldım çıkınıma, isyanı da. Sevgiyi unuttum sanma. Onu da koydum kalemimin şarjörüne. Öyle çok kelimem, öyle çok mermim var. Bir sokak serserisi gibi havaya rast gele ateş edecek değilim. Biz maganda değiliz. Bir keskin nişancı gibi bekliyorum, elimde kalem. Kim hangi kurşunla avlanacaksa onunla avlayacağım. Bazen bir zalim düşecek bahtıma, bazen bir mazlum. Sonra o çok bilinen sözü tekrar edeceğim: “Silahlar hedefini şaşırır, bazen çiçekler de hedefini şaşırır ama kelimeler asla şaşırmaz.”
Şimdi sen “Seher yeli çık dağlara / Güneş topla benim için”2 diyerek bir türküye başlasan ve alıp götürsen bizi umuda doğru. Dağların özgür havasında, şehir, medeniyet denilen prangalardan kurtarsak kendimizi. Sahi kurtarabilir miyiz? Medeniyet, kültür, yerleşik hayat, iş güç bırakır mı yakamızı?
“Dışarıda mevsim baharmış”3 diye başlayalım sonra. Sahi hâlâ mevsim bahar mı dışarıda? Bir yapraktan ibaret olan takvimlerin söylediğine bakarsan bahardayız elbet. Lakin türkünün anlattığı baharı geçeli çok oldu. Hüznün baharındayız şimdi. Son bahardayız. Olsun bahar ya! Az bulup ikiye böldüğümüz mevsim… Türküyü unutmuş değilim. Mevsim bahar, gezip dolaşanlar var ve günler su gibi akıyor. Üstelik fark etmiyorlar. “Geçmiyor günler geçmiyor”4 demek istiyorum, gel gör ki tüm yeknesaklığına, tüm acımasızlığına rağmen demir parmaklıklar ardında da geçiyor günler. İnce ince kanatarak, kanayarak geçiyor.
İsyana düşmeden “Görecek günler var daha / Aldırma gönül aldırma”5 diyelim beraber. Umudumuzu kaybetmeyelim. Sen bilmesen de ben sana anlatırım. Özgürlük adına elinde sadece gökyüzü kalmışken demir parmaklıklar arkasında umudun nasıl boy verdiğini. Kelimelerin kanatlarına bağladığım binlerce umudun özgürlüğe nasıl kanat çırptığını, nasıl havalandığını. Omzuna konan güvercinlerin kanatlarında bulamasan bile yüreğine konan kelimelerin kanatlarında göreceksin umudun ölmediğini. Görecek günler var daha Ahmet’im!
Son zamanların meşhur türküsünü de söyleyelim mi? “Ben yoruldum hayat gelme üstüme” diyelim mi? Diyelim. Diyelim ki bizim de insan olduğumuzu unutmasın görenler. Tüm coşkumuza, umudumuza, içimizin ışığına rağmen bazen yorulduğumuzu, daraldığımızı, kahrettiğimizi bilsinler. “Gözümden gönlümden düşen düşene” derken sadece türküye eşlik etmediğimizi, gerçekte de pek çoğunun gözümüzden düştüğünü bilsinler. Gözümüzden düşenler neyse de gönlümüzden düşenler yok mu? O nasıl bir düşüştür, paramparça oluştur bilsen. Düşenler bilse sen bilmesen de olur. Hani bir bardak düşer elimizden, paramparça olur. O anda düşmesin diye bir hamle yaparsın ve parçalara basıp ayağını kanatırsın ya! Şimdi her yer gönlümden düşenlerin parçalarıyla dolu. Nereye dönsem kanatıyor bir yerimi. Lakin geçici bu telaş. Yatışınca ortalık bir süpürge ile toplayıp hepsini göndereceğim çöpe. Bir zaman sonra yaralarım iyileşecek, izi bile kalmayacak hiçbirinin. Kırıldı diye oturup ağlayacak değilim ya, yeni bardaklar alacağım kendime. Biz zaten bardağın derdinde değiliz. İçindeki çaydır aslolan. Hadi biz yeni bardaklarımızda çayımızı yudumlamaya devam edelim. Sen de türküyü mırıldan yavaş yavaş. “Ben yoruldum hayat”
Sen türküler biriktir, ben kelimeler biriktireyim. Kader yollarımızı yeniden kesiştirdiğinde enine boyuna anlatırız her şeyi. Ben saatler boyu senin türkülerini dinlerim. Sen benim kelimelerimi okursun umuda kanat çırpan. Senin türkülerin mi uzun sürer, benim kelimelerim mi bilinmez. Önemi yok bunun.
Sonbahar 2017. Dört yıl öncesine ait satırlarla çaldım kapımızı bugün. Dört duvar arasından ne aşırabildiysem onları getirdim.
Bir yanıt yazın