Gençler şiiri ve şairi neden sevmez?
Bu soru yerine daha beylik bir soruyla da başlanabilirdi yazıya: Şiiri sevmeyenler genç sayılır mı?
Yanılıyorsam biri beni düzeltsin. Son dönem -özellikle öğrenci- neslinin şiire ilgisizliği beni çıldırtıyor. Hayatı sadece internet ve cep telefonundan ibaret gören bu yeniyetmelerle nasıl mücadele edileceğini de tam bilemiyorum.
Yeni nesil sadece internet dilini biliyor. “Cep”ten kısa mesaj atmayı biliyor. Çoğu zaman da kullandıkları metinler kendilerine ait olmuyor. Bir şairin güzel mısralarıyla da süslemeyi bilmiyorlar metinlerini. Bir argo dil bulmuşlar kendi aralarında, akıllarınca haberleştiklerini sanıyorlar.
Ahmet Muhip’in; “Yeşil pencerenden bir gül at bana / Işıklarla dolsun kalbimin içi” mısralarını zihnine almamış, ya da bu mısraları hiç duymamış bir genç bir gül vermenin ruhtaki aydınlığını neyle anlatır ki? Ya da Ümit Yaşar’ın; “Ben ayağımda çarık, elimde asa/ Senin için şu yollara düşmüşüm” mısralarını, bizzat okuyarak, maşukunun kulağına düşürmemiş bir genç, sevda için yola düşmenin ne olduğunu nasıl bilsin? Siz bir de buna Abdurrahim Karakoç’tan; “Sevilen seveni düşürür dile” ifadesini ekleyiverin ki gençlerin ağzı açık kalsın. Yola düşmek, dile düşmek neymiş görsünler.
Telefonu, bilgisayarı, mp3 çalarıyla kendine yetme çabası içinde olan nesil, Kemalettin Kamu’nun; “Varsın yine bir yudum su veren olmasın / Başucumda biri bana ‘su yok’ desin de” mısralarındaki yalnızlığına, kimsesizliğine nasıl ortak olsun? Bunu yormaya gücü yetmeyen bir nesli Nurullah Genç’in dizeleriyle yoralım biz: “Koyu bir çaresizlik ayinidir yalnızlık / Züleyha’nın menekşe büyüyen gözlerinde.” Yalnızlığı anlatacaksınız, ayinden dem vuracaksınız. “Çaresizlik”e vardığınızda en koyusundan bir fasıl geçeceksiniz. Ve bunların üstüne, Züleyha diyeceksiniz, her türlü tehlikeyi göze alarak. Ardından güzelleri kan içinde bırakan Yusuf’u gören gözlerinden bahis açacaksınız Züleyha’nın. Dayanabilirseniz bir de menekşe büyüteceksiniz.
Hâlâ yanıldığımı söylemiyorsunuz değil mi? Günübirlik “sevgili” değiştiren (partner çok güzel uyuyor aslında bu kavram için, sevgili bu kadar hafif ifadelerde kullanılmamalı) bir neslin ağzında Attila İlhan’ın; “ben sana mecburum bilemezsin / adını mıh gibi aklımda tutuyorum” ifadeleri ne kadar iğreti duruyor değil mi? Bu nesilde mecburiyet neyi ifade ediyor sizce? Bence hiçbir şeyi ifade etmiyor. İşte bu yüzden bir sevgilinin adını akıllarında uzun soluklu tutamıyorlar. Ki sevdalarını nasıl kalplerinde tutsunlar!..
Sorulara cevap aramak yorduysa sizi, önünüze çıkan ilk gence sorun derim; Necmettin Halil Onan’ın, “Ömrüne yan kuzum, bir çift göz için / Canını o korla dağlamadınsa! / Bir güzel yüz için, bir tek söz için / Bir tutam saç için ağlamadınsa!” mısralarını hiç duymuş mu? Veya bir tutam saç için oturup ağlamış mı? Doğru ya, bu nesil, bir sevgili için ağlamayalı çok oldu. Bir tutam saçla yanacak avuçları var mı onların? Gözyaşlarının hararetini alabilir mi yürekleri?
Elbette şiiri sevmek birkaç güzel mısraı bilmekle ölçülmüyor. Ama kulaklarını bu sesle aşina kılmamış bir gençlik, şiir gibi bir kavramın içini nasıl doldursun?
Kendinizi seviyorsanız eğer, ve de kendinize saygınız varsa hemen birkaç şairle tanışın. Kendini bulamıyorsanız, kitaplarına koşun. Hiçbiri sizi kapısından çevirmez. Kalp ve ruh sağlığınız için dalın mısra deryasına. Bitkin düşünceye kadar açılın. Kendinize ‘şiir delisi’ dedirtmeden dönmeyin sahile.
Döndüğünüzde beklenmiyor olabilirsiniz. Siz yine de bir uzak seferden beklenenler gibi hissedip kendinizi, gözlerinin içine bakın insanların. Ve Behçet Necatigil’ce birkaç kelam edin, meraklı bakışları teskin etmek için:
“Seni sordu
Hiç değişmedi dedim.
Bildiğin gibi…
Anlıyordu.”
Sen de düşüncelerini paylaş!