“Ayrılık ne biliyor musun? İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!” Son zamanlarda okuduğum en güzel şiirlerden biri bu. Şükrü Erbaş’ın “Senin Korkularını Benim İnceliğimi” şiiri. Kaç kez okudum saymadım. Kaç kez şairin kendi sesinden dinledim onu da saymadım.
Her mısraı üzerinde uzun uzun kafa yorulabilir bu şiirin. Şaire imrenmek değil bu, düpedüz kıskanıyorum şairi. Bu yazıyı planlarken şiirden beş on mısra alıntı yapar yazıyı şekillendiririm diye düşünmüştüm. Öyle olmadı. Hangi dizeyi alsam diğerlerinin hatırı kaldı. Öyleyse bu güzel şiiri kırkıp saksağana çevirmektense bir bütün halinde buraya koymak en doğrusu olmalıydı. Aşağıya şairin sesinden bir de bağlantı koyuyorum. Önce okuyun sonra dinleyin. Sonra tekrar okuyun, tekrar okuyun. “İnsanın yaşlandıkça kendi kuyusuna düşmesi” gibi…
Senin Korkularını Benim İnceliğimi
Ayrılık ne biliyor musun?
Ne araya yolların girmesi
Ne kapanan kapılar
Ne yıldız kayması gecede, ne güz
Ne ceplerde tren tarifesi
Ne de turna katarı gökte
İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!
İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini
Birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine
Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken
Duvarlara dalıp dalıp gitmesi
Türküsünü söyleyecek kimsesi kalmamak ayrılık
Ödünç sesle konuşan bir kalabalık içinde kendi sesiyle silinmek
Birdenbire büyümesi gülüşü artık yaprak kıpırdatmayan bir çocuğun
İnsanın yaşlandıkça kendi kuyusuna düşmesi
Bir kadının yatağına uzanan kül bağlamış bir gövde
Saçına rüzgâr, sesine ışık düşürememek kimsenin
Parmaklarını sözüne pınar edememek
Uzaklarda bir adamın üşümesi; bir kadın dağlara daldıkça
Işıklı vitrinlere bakmadan geçmek çarşılardan
Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun
Evlerle sokaklar arasında bir ayrım kalmaması
Ayrılık; yağmurdan vazgeçiş, sudan üşüme
Yalnızca gölge vermesi ağaçların
İyiliğin küfre dönmesi ayrılık
Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya
Başını alıp gitmek gibi bir geri dönüş
İki adımından birisi insanın, sevincin kundakçısı
Hüznün arması, süreğen korkusu inceliğin
Ayrılık, o küçük ölüm; usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan
Şimdi anlıyor musun gidişinin neden ayrılık olmadığını?
Bir yaprak düşmesi kadar ancak acısı ve ağırlığı olduğunu
Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını
Boşluğa bir boşluk katmadığını
Kar yağdırmadığını yaz ortasında
Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından kalkıp ağzını yıkadığında başlamıştı
Ben bulutları gösterirken “Bulmacanın beş harfli bir yemek sorusuna”
Yanıt aramanla halkalanmış
Aşkın şarabının ağzını açtım, yâr yüzünden içti murt bende kaldı
Türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş
Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını kenara itip
“Bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı?” dediğinde varacağı yere varmıştı çoktan
Ne mi yapacağım bundan sonra?
Ayak izlerimi silmek için sana gelen yolları tersinden yürüyeceğim önce
Şiir okumayacağım bir süre
Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim
Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim
Yeni bir yanlışlık yapmamak için telefonlara çıkmayacağım
Ardı kuş resimli aynalar arayacağım mahalle pazarlarında
Gençliğimi anımsamak için
Emekli kahvehanelerinde yaşlılarla konuşarak, sonumu görmeye çalışacağım
Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce solsun diye
İçinde ay ışığı, iğde kokusu ve begonvil bulunan tüm resimleri duvarlardan indireceğim
Mican türküsünü asacağım yerlerine
Falcı kadınlara inanmayacağım artık
Trafik polislerine adres sormayacağım
Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye
Fesleğenden başka bir çiçek koymayacağım penceremin önüne
Büyük kentlerin varoşlarında çırpınan üç milyon yurtsuza evimi açacağım
Nerde bir kayıp, bir faili meçhul varsa bıraktığı acının yanına resmini asacağım
Şaşırma! Yetimi korumak için yeni aşklar bulacağım kendime.
Ne yapacağımı sanıyorsun ki?Tenin tenime bu kadar sinmişken
Ömrüm azala azala akarken önümde
Gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken
Senin korkularını
Benim inceliğimi doldurup yüreğime
Bıraktığın boşluğu yonta yonta
Binlerce heykelini yapacağım
Şükrü ERBAŞ
Şükrü Erbaş, biraz geç tanıdığım şair ve yazarlardan biri. Bunu kendi adıma bir kayıp olarak not ettim uzun zaman önce. Edebiyatla uğraşıyor olmak bütün şair ve yazarları bir anda tanımayı gerektirmiyor elbette. Bazı yazarları gerçekten tanıyorsunuz, bazılarının adını duymuş oluyorsunuz bir yerlerde. Bazıları ile yolunuz hiç kesişmeden gelip geçiyor hayat.
Öz eleştiri yaparken şunu soruyorum kendime: Bir taraftarın, tuttuğu takımın futbolcularını tanıdığı kadar şair ve yazarları tanıyor muyum? Öyle spor meraklıları var ki bırakın kendi takımındaki futbolcuları tanımayı adam bütün takımların oyuncularını tanıyor. Hatta aşağıya doğru birkaç alt ligin oyuncularını bile tanıyanlar var.
Bir dönem sosyal çevre körlüğü yaşadığımı kabul ediyorum. Şükrü Erbaş’ı geç tanımamda bu körlüğün payı var biraz da. Neyse ki çok uzun sürmedi bu. Geçici bir körlükmüş çok şükür.
Bilinmeyen Şiirler: Metin Altıok – Kuşlu Gazel
Bir yanıt yazın