Sevgili Fatmagül,
Bugünlerde tatlı bir telaşın içindesiniz sen ve arkadaşların. Bir koşturmacadır sürüyor. Eline küçük bir kağıt parçası geçiren birinin peşinden koşuyor. “Hocam bana yıllık yazar mısınız?” Hayır, demek mi? Cevabı yazının kendisidir.
Neler yazıyor gençler, malum. Bu kısmını geçelim. Ben süreçteyim. Defterlerin öylesine açılan ilk bölümünden koparılan sayfalar kıymetli bir nesneye dönüşüyor bir anda. Evet, müsvedde, kıymetini bu doğallığından alıyor. Aşık-maşuk haberleşmelerindeki mektuplar kadar değer atfedilmiş her birine. Bazen yazının muhatabına teslim edilmeden bütün sınıfa gösterilmiş, cümleler aşikar edilmiş. Bazen bir devlet sırrı muamelesi görmüş, “çok gizli” kaşesi vurulmuş.
Yazılanların özel dosyalar içinde biriktirilmesi, en yakın arkadaşlarla paylaşılması. Dudaklara asılan sürur ve hüzün. Ama hep sıcak, candan. Sonrasında o candan satırların, teknolojiye yenik düşerek sayısal ortamlara aktarılışı. Sizin ısrarla “andaç” dediğiniz, benimse “yıllık” dediğim soğuk yüzlü kuşe sayfalara emanet edilmesi.
O sayfalar için verilmiş çok özel pozların yanında, dostların emanet satırlarının bir sığıntı gibi duruşu. Zevksiz matbaacıların ve dilden habersiz sayfa düzenleyicilerin elinde büyünün kayboluşu.
Bu telaş bittiğinde nelerin biteceğini bir bilsen. Boş ver, bilme istersen!