Sevgili Nur Tenzile,
14 Şubat ertesi düştü bahtına. Özel bir anlamı yok. Uzun suskunlukların ardından kalem aşka geldi. Kime ne yazacağımı bilmezken, kime yazacağımı biliyor muyum sanıyorsun? Not defterimde kayıtlı bir taslak listem var elbette. Aklıma düştükçe isimler, uzayıp giden bir liste. Orada kalıyor ama hepsi. Tekrar bakılmıyor. Yeni bir isim ekleninceye kadar.
Ve zihnim hangi ismi, ne zaman çağıracak bilmiyorum. Bu yazı için seni niye çağırdığını bilmediğim gibi. İşte biz buna kader diyoruz. Aslında yazılmıştı hepsi. Liste çok önceden belliydi. Kelimeler bizim okuyamadığımız bir yazıyla düşmüştü çoktan sayfalara. Okuyamamıştık. Hâlâ da okuduğumuz / okuyabildiğimiz söylenemez.
14 Şubat ertesi… Bir pişmanlıklar günü gibi duruyor pek çok kapıda. Henüz “ertesi” olmamışken günün adı, yaşanan çılgınlıklardan, sınır çizilememiş hazlardan, kare kare kaydedilip teşhir edilmiş anlardan arta kalan günün ertesi. Bir pişmanlıklar toplamı gibi.
Sevgiyi ve sevdayı, karşısındakinin ruhuna dokunmadan tenine dokunmak sanan ve bunu isteyenlerin sığlaştırdığı bir âlem bu. Ve bundandır ki ruhu henüz aşk ateşinde yanmayanların bedenini şehvet ateşiyle yaktığı bu çağda tüketilen bir nesneye dönüştü aşk ve sevgi.
Gün nesneye dönüşünce günün hediyeleri de maddeleşti. Gözle görülür, elle tutulur olmayan şeyler hediye olmaktan çıktı. Sevgililer Günü hediyesi olarak verilen bir çırpıda sayabileceğimiz hediyeler -hatta ayıcıklar- bir kenarda dursun. Takdim edilen bir gül, bir gül olmanın ötesinde anlam taşımaz oldu. Çağımız insanı için bir gül bir güldür. Altında derin anlamlar aramaya gerek yoktur. Ne renginin önemi vardır ne de gonca oluşunun.
Hâsılı bir gül, bir güldür. Onu bir gül bahçesine çevirecek incelik ve anlayış bugünün âdem oğullarından ve kızlarından çok uzak.
Bir güzel söz, bir güzel mısra olsaydı keşke bu günün hediyesi. Yetseydi. Kendisine şiir takdim edilen bir genç kız (niye hep erkeklerin hediye almak zorunda oluşuna dair senin de bir fikrin olur [mu] bir gün?) bir dünya bahşedilmişçesine mutlu olmalıydı. Hâlâ böyle biri var mı? Her şey maddi yönümüzü doyurmaya yönelik. Ruhunu tatmin edemediğiniz birinin bedenini doyuma ulaştırsanız ne olur ki?
* * *
Bu satırların üstünden pek çok Sevgililer Günü gelip geçti. Sayısını verebilirim. İlk satırın üstüne dört Sevgililer Günü daha geçti. Adı üstünde “gün” işte. Geçer. Sevgili olmayı güne hapsetmeye kalkarsanız, gün bitince sevgi de biter sevgili olmak da.
Güne ihtiyacı olmayan sevgililere ihtiyacımız var bizim. Sevgiyi bütün zamanlara yayabilen. Var mı böyle sevgili? Sen böyle bir sevgili misin mesela? Günlerin peşinde koşmayan, yaşadığı günü güzelleştiren, takdim edilen bir gülden önce gülün arkasında duran sevgiliyi fark edebilen…
Bu hamur çok su götürür. Biraz daha un, biraz daha su derken ne hamurla başa çıkabileceğiz ne aşkla.
Şunu da unutmadan söylemek isterim. Lise yıllıkları için kaleme alınacak bir mektuptu bu. Neredeyse hepiniz üniversiteyi bitirdiniz. Ben ne sizin mezuniyetinizi görebildim ne de -varsa- okul yıllığınıza bu mektupları yetiştirebildim. Sağlık olsun demenin ötesinde bir cümle daha kurmama izin ver: Sebep olanların canı cehenneme.
Sevgililer Günü’ne gelince… Ah bir gelebilsek!
Yazının başına bakıp “Biz ekimdeyiz, 14 Şubat ne alaka?” diyebilirsiniz. Bu mektubun ilk bölümü 15 Şubat’ta (2017) kaleme alındı. Sonra araya giren işler güçler, yolculuklar, ayrılıklar derken ancak 2021 yılında tamamlamak kısmet oldu. 2017 Haziran’ında muhatabına teslim edilecekti. Ancak hiçbir şey düşündüğümüz gibi olmadı.
Temmuz 2016’dan bu yana yaşadıklarımı anlatsam… Boş ver ya! Anlatsam ne olacak ki? Bu ülkede, beş yıldır yaşanan zulmü görmemek için direnen “aptal, cahil ve kindar” bir sürü var. Üstelik o kadar çoklar ki ülkenin büyükbaş ve küçükbaş popülasyonunu bozuyorlar.