İşte ilk fotoğrafım…
İstediğim pozu veremedim. Farkındayım. Gülümseyişim yansımamış olabilir karelere. Varsın yansımasın, zaten şu kısacık hayatta hiç güldüm mü ki?
“İnsan ilk fotoğrafında yüzünü niye saklar?” demeyin. Benim yüzümden birileri yüzünü saklamak zorunda kalmasın. Böyle birileri var mıdır, bundan da emin değilim.
İlk fotoğrafım…
Sudan yeni çıkmıştım. İki amca da benimle beraber poz veriyorlardı. Bilmem, belki onların da ilk fotoğrafıydı bu. Onlar için de kısmet olmamıştır.
İlk fotoğraflar stüdyolarda falan çekilirdi. Öyle duymuştum. Daha bebek yaşlarda, kendi kendine ayakta duramayacak kadar küçükken, bir sepetin içinden gülümsenirdi hayata.
Ben o yaşları biraz geçtim. Üstelik teknoloji de artık o sepetlere ihtiyaç duymuyor. Stüdyonun içinde öylesine alınan pozlara fon eklenip güzelleştiriliyor hayat. Hiç kar görmeyenler karlı dağların tepesinden gülümsüyorlar. Hiç denize girmeyenler sahilden… Ya ben?
Bense gülümsemiyorum ama sahici bir su kenarında çekildi benim ilk fotoğrafım. Hiçbir yapaylığı yok. Ne kadar gerçek derseniz “ölüm” kadar diyeceğim.
İlk tabutum bir battaniye olmamalıydı. Herkes gibi omuzlarda taşınmak istiyordum. Ama daha çok küçüktüm. Sanırım omuzlarda taşınacak bir şey yap(a)mamıştım. Şöyle yeşil örtüye sarılmış bir tabutum olsaydı. Ya da bayrağa sarılmış… Hangisi olsa razıydım, ikisi de aynı kutsallıktaydı benim için.
Beni yeniden yıkayacaklar mı bunu da bilmiyorum. İnsanlar kirlerinden arınsınlar diye yıkanırlar sanıyordum. Ama ben daha çok küçüğüm. İnsanların, ölen çocukları doğrudan cennete yolladıkları yaşlardayım. İnşallah benim yerimi de ayırmışlardır orada. Yıkayacaksanız yıkayın ama zaten kirlenmemiştim ki! Üstelik de vatanımın suları damlıyordu siz beni fark ettiğinizde üzerimden.
Yarın beni hatırlayacak olanların elinde kalan tek hatıra fotoğraf bu. Ben miyim o da tam belli değil. Gazetelerin yazdıklarından başka bir delilim de yok sizi ikna edecek. Çok da sorun etmiyorum bunu, çünkü beni kim hatırlayacak yarınlarda.
Ya amca! Bir battaniyenin içinde beni nereye taşıdığınızı/götürdüğünüzü bilmiyorum. Ama bir şeyi merak ediyorum. Hani bu benim ilk fotoğrafım ya! Mavi önlüklü fotoğraflarım da olacak mı?
Mavi önlük dedim de keşke bu fotoğraftan önce umutlarımın fotoğrafını çekseydiniz. Kur(a)madığım hayallerin, yaşamadığım hayatın…
Bir okulum olacaktı. Duvarı çatlamış, sıvası dökülmüş, sıraları kırılmış… Kara tahtası boyasızlıktan ağarmış… Sıcacık bir okul…
Bir öğretmenim olacaktı, elleri tebeşirden çok şefkât kokan. Yerinde anne, yerinde baba… Yerinde onlardan öte…
Okuyup “büyük adam” olacaktım. Gölgemden büyük. Rozetlerimden bile büyük.
Okumak için koca koca şehirlere gidecektim. Hani televizyonda gördüklerim vardı ya, onlardan birine/birkaçına… Artık hayallerim hangisine sığarsa…
‘Çok param olsun’ diye hayal etmemiştim hiç. Ama şimdi istiyorum. Evim de olsun arabam da. Sonra evimde teknolojinin her nimeti… Ama bir şeyi çok istiyorum: Çamaşır makinesi. Çocukken dere kenarlarında çektiğim sıkıntıları hafifletmeyecek bile olsa. Vay benim umutlarım… Tokaçlanmaktan ezilen, yakıcı güneşlerde sararan ölmeyesi umutlarım…
Çok param olunca bir de fotoğraf makinesi alacağım kendime. “Gülümseyen Yüzler” koleksiyonu yapacağım. Ama hiçbir zaman birinin en son fotoğrafını çekmeyeceğim. (Çekmeyebilecek miyim?) Olur ya bir gün biri için çektiğim fotoğraf onun ilk fotoğrafıyken son fotoğrafı da oluverir. Böyle bir durumda “Bu falanın ilk ve son fotoğrafıdır.” da demeyeceğim. Sadece ilk fotoğrafı olarak kalacak. Son olsa bile… İnsanlar acıyarak bakmasınlar diye.
Ah benim umutlarım… Dünyalara sığmazdınız, bir gölette kayboldunuz. Kayboldum.
Buldukları bedendi. Benimdi. Cansız, umutsuz…
Adım Esra.
Yaşım altı.
Bu benim ilk fotoğrafım.
Ve de son…1
- Baraj gölünde boğulan küçük Esra’dan geriye tek kare fotoğraf bile kalmadı” Zaman gazetesi, Eylül 2007 ↩︎
O kadar duygusal yazmışsın ki daha sonuna gelmeden insanın yüreğinde birşeyler sızlıyor. “Yaşanması mümkünken yaşanamayan mutluluklar”
İnce yorumunuz için teşekkür ederim. Yaşanabilecekken yaşanamayan o kadar çok mutluluk var ki hayatta. Dilerim kimsenin kursağında kalmaz hayat.
Yüreğim sızladı, dilim tutuldu😞
Yaşanmış acı olayların üzerine yazı yazmayı sevmiyorum. Çünkü dayanmak çok zor. Bir de başkalarının acılarından fayda sağlamak gibi geliyor bana.
Çocukların öldüğü bir dünya işte burası…
Malesef, sizinle aynı düşüncedeyim..