You are currently viewing Üzülme, Allah Bizimle!

Üzülme, Allah Bizimle!

Ben gitmeyi senden öğrendim.

Sen bu kadar güzel gitmeseydin eğer… Gitmek bu kadar güzel olmayacaktı.

Gittiği yeri güzelleştirmeyi de sen öğrettin bana.

Bugün “gitmek” için methiyeler düzüyorsam sendendir. Bu “hicran” bestesi düşmüyorsa dilimden, sendendir.

Ben sende gitmeyi sevdim. Seninle gitmeyi sevdim. En çok sana gitmeyi sevdim.

Benim, benden gidişlerimi, sana varışlarımı kabul et. Beni sensiz bırakma!

*                   *                    *

Sahi, niye gitmiştin? “Vallahi, sen Allah’ın yarattığı yerlerin en hayırlısı, Allah katında en sevgili olanısın. Bana senden daha sevgili, daha güzel yurt yoktur. Çıkarılmaya zorlanmamış olsaydım senden asla ayrılmaz, senden başka yerde yurt yuva tutmazdım.” diyecek kadar çok severken bir şehri, niye yola çıkmıştın ki?

Kıymetini bilemeyen şehir bahtsızlığına yansın şimdi. Kıymetini bilemeyen insanlar dövünsün. Bir yara olarak kalsın Mekke’nin kalbinde sana sahip çıkmamak/çıkamamak.

Biliyorum, sen gitmezdin. Yıllar süren boykota rağmen direnmiştin kalmak için. Gitmemenin yollarını aramıştın. Sebepler tükenince önce Taif’in, Taiflilerin kapısını çalmış, onları bahtiyar etmiştin. Kıymetini bilmediler, bu iltifatı kabul etmediler. Bahtsızlığına yansın şimdi Taif.

Medine’nin kapısına vardığında bitti hasret. Hicran vuslata dönüştü. Gelişinle bahtiyar oldu Medine sokakları.

Bir şehir bir şehri kıskanacaksa Taif Medine’yi kıskansın.

*                   *                    *

“Anasını ağlatmak, karısını dul bırakmak isteyen varsa benimle gelsin.” demişti Ömer. Hâlâ böyle diyor yola düşen insanlar: anasını ağlatmak, karısını dul bırakmak isteyen varsa benimle gelsin.

Anayı babayı, çoluk çocuğu geride bırakıp yollara düşmenin ne olduğunu ben hiç bilmiyorum. Cesaretim de yok. Senin devrinde yaşasaydım çağrına uy(a)mayıp helak olup gidecektim belki de. Kaybedecektim.

Hani onlar seni zorla yerinden yurdundan etmek istemişler, adeta dert yağdırmışlardı üstüne. Hatta öldürmeyi planlamışlardı. Evini kuşatmışlar, çemberi daralttıkça daraltmışlardı. Bilmiyorlardı. Allah’ın öldürmediğini kim öldürebilirdi ki? “Allah var, gam yok” demeyi senden öğrenmiştim. Hem Allah demiyor muydu yüce kitabında: “Hani bir zamanlar o küfredenler, seni tutup bağlamaları, ya seni öldürmeleri yahut seni (yurdundan zorla) çıkarmaları için sana tuzak kuruyor(lar)du. Onlar bu tuzağı kurarlarken Allah da onun karşılığını yapıyordu. Allah tuzak kuranlara mukabele edenlerin en hayırlısıdır.” (Enfal-30)

Kim bilir Allah kime, nasıl tuzak kuruyor.

“Ya Ebu Bekir! İki kişinin üçüncüsü Allah olursa, sen akıbetin ne olacağını zannediyorsun?” demiştin arkadaşına. Bunu duyduktan sonra hiç üzülmedik biz, hiç endişelenmedik yarınlara dair. Gitmek hiç korkutmadı gözümüzü. Ahmet Yesevi, Rum diyarına gönderirken müritlerini bu sözleri fısıldamıştı kulaklarına. Rum diyarını terk ederken de…

Yoldaşın Ebu Bekir -ki o, ne güzel yoldaştır- bu kutlu yolculukta zaman zaman endişeye kapılmış, belki korkmuş, belki ümitsizliğe düşmüştü. Sen onun da korkularını gidermiş, Kur’an’ın ifadesiyle “Üzülme! Allah bizimle beraberdir.” diyerek en güzel teselliyi vermiştin.  Öyle ya, davamız haksa, Hakk’ın davasıysa niye üzülelim? Neden mahzun olalım?

Üzülme ey Ebu Bekir! Ayağını sokan yılan bahtsızlığına yansın. Şimdi ayağımızı sokan yılanlar da o yılanın soyundan olmalı. Kutlu Nebi’nin hitabı sadece sana olamaz, olmamalı. Yola çıkan, zorda kalan, yurdunu yuvasını terk etmek zorunda kalan bütün Müslümanlar için “Lâ tahzen!” demişti o. Korkusuzluğumuz bundandır.

Fakat bir korku, hiç terk etmiyor kalbimi, Mekke’nin, Taif’in bahtsızlığını yaşarsam diye. Seni kovan bir Mekke, sana kapılarını açmayan bir Taif olmak… İçim ürperiyor.

Bahtımıza Medine olmak, Medineli olmak düşsün duasındayım.

Yola çıkanlar mı daha hayırlıydı, yola çıkanları karşılayanlar mı, Allah biliyor. İkisinden biri olabilmektir muradımız.

Ve sadece kelimelerden ibaret olamaz yaşananlar. Allah için yola çıkanlar “muhacir”, yola çıkanları karşılayanlar “ensar”.

Şimdi soralım kendimize: Biz muhacir miyiz? Sırf Allah için kaç kez yollara düştük? Dünyalık ne varsa sevdiğimiz, onları terk etmeyi denedik mi? “Yuvam” dediği şehri terk eden peygamberin ümmeti olduğunu söyleyen bizler, sıcak yataklarımızı hiç terk edebildik mi? Dünyanın albenisine kaptırmadan kalbimizi, içimize doğru bir yolculuğa çıkabildik mi?

Ve kucak açabildik mi yola çıkmışlara? Ekmeğimizi bölüşmeyi denedik mi? Yoksa Taifliler gibi mi yaptık? Kucak açmadığımız gibi, taş mı attık kutsal yolun yolcularına? Geçtikleri yolları gülle donatacak yerde, diken mi döktük? Her gün biraz daha bencilleşen şu modern dünyada, “Bu kadar huzur bana fazla, birazı da senin olsun.” deyip huzurumuzu paylaşabildik mi?

Biz dünyanın muhacirleriyiz. Allah bizi ahirette ensarsız bırakmasın!

Hadi öyleyse, içinden gelerek bir “âmin” de.

Üzülme, Allah bizimle beraberdir.1


  1. Bu yazının hikâyesini merak ediyorsan -ki bence etmelisin- “Her Yazının Bir Hikâyesi Vardır” başlıklı yazıyı okumalısın.
    Okuduğunuz bu yazı 2022 yılının mayıs ayında bloga eklendi. Ama kaleme alındığı yıla sadık kalınsın diye yayım tarihi 2018 Haziran olarak girildi. ↩︎
Beni bilgilendir
Bildirim
guest
0 Yorum
Satır içi geri bildirim
Tüm yorumları gör