Sevgili Hüsna,
Vakit daraldıkça yazılacak hatıranın sayısı artıyor. Sen de işini sona bırakanlar zümresindensin sanırım. Geç olsun, güç olmasın der atalar. Öyle olsun.
Bu yazıdan önce kaleme aldığım satırları okuyan arkadaşlarından biri şu mealde bir şeyler demişti: “Hocam yazdıklarınız çok güzel ama hep acıklı, hep ağlamaklı. Hep ‘gitmek’ üstüne. Neden?”
Cevabı zor bir soruydu. Öyleyse hiç olmazsa bu yazı, Hüsna’nın yazısı, gözyaşına boğulmasın istedim. Ama sadece istedim. Fonda bir şarkı hasreti anlatıyordu. İçinde geçen bir şiir diyordu ki: “Zambaklar en ıssız yerlerde açar / Ve vardır her vahşi çiçekte gurur / Bir mumun ardında bekleyen rüzgar / Işıksız ruhumu sallar da durur / Zambaklar en ıssız yerlerde açar” Ve devamla: “Yağmurlardan sonra büyürmüş başak / Meyvalar sabırla olgunlaşırmış / Bir gün gözlerimin ta içine bak / Anlarsın ölüler niçin yaşarmış / Yağmurlardan sonra büyürmüş başak”1
Olur olmaz her şeye gülen bir nesil yok mu zaten bugün? Var. Ağlamayı bilen bir nesil var mı? Yok. Bırak öyleyse ağlatsın yazılar. Ağlamayı unutmamışsa benim sevgili öğrencilerim… Temel felsefemiz elbette insanın ve insanlığın hep gülmesi. Ama hiç ağlamamış olanlar, ağlamanın keyfiyetini bilmeyenler gülmenin kıymetini yeterince bilebilirler mi?
Bahsi geçen şiirin bir mısrası ile biter şarkı. Yazı neden bitmesin ki: “Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık.”2