You are currently viewing Yalnızlığa Övgü

Yalnızlığa Övgü

Sevgili Seda,

Kalem dakikalarca hareketsiz durdu sayfanın üstünde. İnsanın boğazına bir şey düğümlenir de bir kelime olsun konuşamaz ya, öyle oldu. Dakikalarca sustu. Ölecek sandım, hatta öldü sandım. Kalem ölür mü deme, ölür.

Niye sustuğunu merak ettin değil mi? İki kelimeden hangisini daha önce yazacağına karar veremedi: dost ve yalnızlık. (Bak önce dostu yazdı, nihayet karar vermiş.)

“Dost nedir?” diye sözlüğe bakanı gördün mü hiç? Göremezsin çünkü dost, sözlüğe gerek duymadan kendini tarif edendir. Zaten gerçek dostlar da sözlüklerdeki tariflere pek uymaz.

Senin gerçek dostların var değil mi? Cevabını bildiğim bir soruyu niye soruyorsam. Var tabi. Ama benim yok. Yokmuş. Ben var sanmışım. “Gerçek dost”tan geçtim, sadece “dost” olsa bile yeterdi. O da yokmuş. Şimdi anladım ki bir dost ne de çokmuş.

Demin susan, bir kelime için dakikalarca bekleyen kalem, bu kez sitem cümleleri yazmak için can atıyor. Bıraksam sayfalar dolusu sitem kusacak. Bu kez ben bırakmıyorum kalemi, sayfalarla buluşmasına izin vermiyorum. Sakinleşmesini bekliyorum.

*                        *                       *

Sen bilmiyorsun, tam bir hafta sürdü bekleyişim. Kalem sakinleşsin diye.

*                        *                       *

Sen bilmiyorsun -zorunlu olarak- tam bir yıl sürdü bekleyişim. Kalem sakinleşsin diye. Sakinleşti mi? Ne mümkün! Şimdi çok daha hırçın ve keskin. Sitem evresini geçtim. Sonraki evrelerin adını yazmayayım. Kaleme ve yazıya saygısızlık olmasın. Sen tahminde bulun artık, bulursun.

Hani o olmayan gerçek dostlardan bahsetmiştim ya, ben onları buldum Seda. Meğer hep yanlış yerde aramışım. Dört duvarın içine hapsettiğim ruhum ne kadar habersizmiş dünyadan. Ve ne aldanmışım! Bir gün dört duvarın içine ruhumu değil de bedenimi hapsedince farkına vardım gerçeğin. Ruh kanatlandı. Arşa değilse de bulutlara kaç kez değdi başım.

Yazının başında öncelerken kararsız kaldığım iki kelimem vardı: dost ve yalnızlık. İnsanın dostsuz kalınca yalnız kalacağını bilirsin. Yalnız kalınca da dostsuz kalacakmış gibi bir fikre ulaşabilirsin buradan. Ama öyle değil. Asıl dostlar yalnız kalınca bulunuyormuş. Belki biz yalnızlık kelimesini yeniden tarif etmeliyiz. Kelimenin köküne indiğimizde elimizde “yalın” kalacaktır. Öyleyse yalnızlık dediğimiz şey aslında yalınlaşmak olmalı. Bu yönüyle yalnızlık korkulacak bir durum olmadığı gibi istenen, tercih edilen, elde edilmeye çalışılan bir şey olmalı.

Manen ve madden yalnızlaşan yani yalınlaşan insan, “insan-ı kâmil” olma yolunda merdivenleri hızla tırmanacak, “ballar balını buldum / kovanım yağma olsun” diyen Yunus’un mertebesine ulaşacaktır. Tabi biz o noktadan çok uzağız.

*                        *                       *

Şimdi sana bu mektubu bitirmek nerede kısmet oldu biliyor musun, diye soracağım. Bu kadar uzun zaman alır mıydı bir mektubun yazılması? Tartışılır. Kısmet olmayınca olmuyor işte. 2017 yılının hemen başında ilk satırları yazmıştım. Ardından içeri girdim, çıktım. Yetmedi ülkeden çıktım. Ve bu sersefil mektubu bitirmek Atina’da kısmet oluyor. Yıl 2021, aylardan haziran. Kıymetini bil, sürgün yıllarında kaleme aldığım (yani yarım kalmış satırları tamamladığım) ilk mektup bu.

Bu kadar karmaşık bir hayat ve zaman dilimi mektubun insicamını da bozdu elbette. Su gibi akan bir hatıra mektup yazamadığım için kusura bakma. Bunun suçu bana ait değil. Hayatımıza kasteden zalimlerden sorabilirsin hesabını.

Bitirirken bir noktayı özellikle belirtmek isterim. Her şeyimizi alabilirler elimizden. Kalemimizi asla. Ve sizi asla. Ve size duyduğumuz sevgiyi de.

Beni bilgilendir
Bildirim
guest
4 Yorum
Satır içi geri bildirim
Tüm yorumları gör
Kaplan Diary
29 Ekim 2021 13.13

Uzun bir süre blogunuzda dolaştım, yazılarınızı beğenerek okudum. Yaşama bakış açımızda farklılıklar olmasına rağmen pek çok konuda benzer düşüncelere sahip olduğumuzu söyleyebilirim. Yalnızlık konusunu kendime pek dert etmedim. Eşimin her daim yanımda olması belki bunun sebebi. Çıkarcılığın kol gezdiği günümüzde dostluk kavramının anlamını yitirdiğine inanıyorum. Fuzulî’nin “Selâm verdim rüşvet değildir deyü almadılar.” sözü bugün daha geçerli. Dediğiniz gibi dostsuz kalınca yalnız kalacağını düşünüyor insan. Yalnızlıktan korkuyor. Çünkü kendine güveni yok, devamlı bir beklenti içinde. Dostunuz yoksa kimseye yeterince faydanız yok demektir. Sizden sırf faydalanmak amacıyla yanınıza yaklaşan biri dostunuz olamaz. Karşılık beklemeden yapılan iyilik ve yardım çoğu kez hayal kırıklığı yaşatır. Yaşanan hayal kırıklığı beklenen karşılığı alamamaktır aslında. Eskiden bu kadar çıkarcı değildi ilişkiler. Çocukluğumda mahallede herkes birbiriyle selâmlaşır, birbirinin halini hatırını sorardı, hiçbir çıkar beklemeden. Ne zaman biri dara düşse çevresinde eş, dost, mahalleli kendi işini bir kenara bırakıp ona yardıma koşardı. Ve bunu kendine bir görev bilirdi insanlar. Belki yarın benim başıma gelse onlar da aynı şeyi yaparlar düşüncesi olurdu akıllarının bir köşesinde ama işin bu yönünü akıllarına getirmeyi ayıp görürlerdi. Yani anlayacağınız, gerçek dostluk diye bir şey yok günümüzde.

Düşünce özgürlüğünün olmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Başınıza ne geldiyse yazılarınızda onu bir sis perdesi ardından sökmeye çalıştım. Elbette sizi anlıyorum ve takdir ediyorum fakat ilginç bir gençlik hayatınız olduğu aşikâr.

Şiir benim en zorlandığım tür. Her şiirden hoşlanmam, belki hoşlanmamamın nedeni anlama konusunda beceriksizliğim. Gördüğüm kadarıyla siz bu türde başarılısınız. Şiir duygusal bir boşalım. Bazı şiirleri çok soyut bulur, şairin anlatmak istediğini çözemem. Bazı şiirleri çok sever, okurken büyük coşkuya kapılırım. Mektup, deneme, öykü ve günce türlerine bayılırım. Aklıma düştükçe sitenizi ziyaret etmek istiyorum. Sağlıkla kalın:)

Gülten
Yanıtla  Bir Edip
31 Ekim 2021 12.00

Üzerinden zaman geçse de mektubun bitirilmesi önemli olan bence:) Bir psikologdan duymuştum, “insanın hayatı boyunca sadece bir dostu olurmuş.” Bulabilen var mıdır bilemem ama belki doğrudur belki de değildir. Bence insanın tek dostu kendisidir. Yüreğinize sağlık…