Sevgili Pınar,
Kaç yıllık bir yazı olacak kaleme alınanlar, hepimizin meçhulü. Yazmam gerektiğini bilmezken niye yazmadığımın sorulması henüz fikrimde ve gönlümde karşılığını bulmuş değil.
Hayatın bütünü bu tarz beklentilerin içinde şekillenip gidiyor zaten. Duygular dile getirilmeden, herkes içinden geçenlerin birileri tarafından bilinmesini istiyor. Geçelim.
Yarısını beraber harcadığımız dört yılın son demlerinde acısını henüz hissettirmeyen bir ayrılığın tatlı bekleyişi var hepinizde. Hep bitmesi istenen ama bitince ‘eyvah’larla farkına varılan bir ayrılıktır bu.
Her an’ın insan hayatında tek ve özel olduğunu düşünürsek, “liseli yıllar” da müstesna bir güzellik olarak yerini alacak geçmiş müzesinde. Ve çoğu kez koruma altına alınmış tarihî eserler gibi el sürmeye korkacağız. Dokunursak bir görevli gelip bizi uyaracakmış tedirginliğinde olacak kalbimiz. İçimizde engel olamadığımız bir duygu bizi, o yasak olmayan ama yasakmış gibi hissettiğimiz anılara götürecek. Eseri bol, ziyaretçisi az bir müzeye dönmeden hayat, anılara bir güzel bakım yapmalı. Parlatmalı her birini. Onlar parladıkça gözlerimizin parlayacağını, yüreğimizin ışıyacağını unutmadan.
Hâsılıkelâm, içinden geçenleri okuyamamıştım. İçimden geçenleri okuyabileceksin. Kelimelerin/cümlelerin bakıma ihtiyacı yok. Ya düşüncelerin…
Öyle bitsin diye acele ederken insan sonuna gelince çok üzülüyor gerçekten. Ama hayat bu işte bitişler başlangıçlara gebe, hüzünlendirse bile…
Kaleminize sağlık.
Teşekkür ederim Büşra. 🙂
Bitişler başlangıçlar birbirini kovalarken bir bakmışsın ömür bitiyor. Dünyanın bitişi güzel bir başlangıca gebeyse ne âlâ…