“Yazmak ya da yazmamak, işte bütün mesele bu!” Sözün aslı böyle değildi elbette. Şekspir’in meşhur eseri “Hamlet”te geçen ifadenin aslını hepiniz biliyorsunuz. “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu!” Eğer siz de yazarak var olma mücadelesi veriyorsanız ilk cümleye hak vereceksiniz. Yazar Dorothea Brande’ın kaleme aldığı “Yazar Olmak” adıyla dilimize çevrilen ve Ötüken yayınları arasında yer alan eser, size bu önemli meselede yol gösterecektir.
Kitap John Gradner tarafından yazılmış bir ön sözle başlar. Gradner yazısında yazarlığın öğrenilebilir bir şey olduğunu söylerken yazar adaylarına bazı uyarılarda bulunur. Bunların içinde en önemli olanı belki şudur:
“Yazarlık işi genellikle kendini sataşmalara, alaylara açmak demektir.”
Hani haksız da sayılmaz. Her ülkede böyle midir, bilmiyorum ama bizde yazıyor olmak başlı başına bir problemdir. En yakın çevreden en uzak çevreye kadar böyledir bu. Bazen bir küçümsemeye muhatap olursunuz, bazen bir siteme, bazen bir kıskançlığa. Oysa yaptığınız iş övgüye layıktır ama insanlar bunu esirger sizden.
Mustafa Yıldırım’ın çevirisiyle dilimize kazandırılan eser, bir önceki kitap tanıtım yazısında ele aldığım “Yazar Olmak İstiyorum” (Ömer Sevinçgül) adlı eser kadar kolay okunabilecek bir nitelik taşıyor. Kitap 17 bölümden oluşuyor. Bu on yedi bölümün de kendi içinde alt başlıkları bulunuyor. Bütün başlıkları söylemek kitabın büyüsünü kaçırabilir. Bunun yerine eserden iki bölümü ve alt başlıklarını vererek kitap hakkında yaklaşık bir fikre sahip olmanızı istiyorum.
- Yazarların Dört Sorunu (I. Bölüm)
- Hiç yazamamak
- Tek kitap yazarları
- Ara sıra yazanlar
- Dengesiz yazanlar
- Yeniden Görmeyi Öğrenmek (XI. Bölüm)
- Alışmanın körlüğü
- Tekrara düşmenin sebepleri
- Yeniden masum bakışı yakalamak
- Sokaktaki yabancı
- Ödülün yararları
Müellife göre yazarların en büyük sorunu yazamama sorunudur. İkinci sorun da ortaya bir eser koyduktan sonra bunun devamını getirememiş olmaktır. Günümüz şartlarında baktığımızda yazar adaylarının eserlerini yayımlayabileceği daha özgür ortamlar mevcuttur. Ancak bütün dünyada olduğu gibi bizde de yazarlık, basılı eseri olmakla ölçülen bir kavram. Bu yüzden sanal ortamlarda paylaşılan yazılar (edebî değerine vurgu yapmadan söylüyorum) sizi “yazı yazan” manasında yazar yapsa bile “kitapsız yazar” olmaktan kurtarmıyor.
Kitabın temel felsefesi yazar adaylarına nasıl yazacaklarını değil, nasıl yazar olabileceklerini anlatmak üzerine kurulmuş. Yazara göre bu ikisi farklı şeylerdir. Kitapta yazarın okuyucuya (asıl ifadesiyle yazar adaylarına) verdiği çok önemli bir öğüt vardır: “Niyetlerinizi saklı tutun.” Çünkü yazar olmaya karar verdiğinizi vaktinden önce açıklarsanız insanlar sizin enerjinizi tüketmek için her yolu deneyecektir. Zaten yazar adayının, sokaktaki adamda saygı uyandıracak hiçbir teçhizatı yoktur. Hâlbuki diğer sanat dallarında bir tuval, bir müzik aleti hatta güzel bir ses, sanatçıyı diğer insanlardan farklı bir yere koyabilir. Oysa yazarın kalemi veya defteri hiç kimsenin ilgisini çekmeyecektir.
Yazar bize kitapta planlanmış egzersizler önerir. Bunların içinde en dikkat çekeni sabah bir saat daha erken kalkıp hiçbir şey yapmadan yazıya oturmaktır. Ne kadar katılırsınız bilemem ama kitapta yazar bize çok okumadan yazmayı salık verir. Çünkü okumak öykünmeyi ve beraberinde zihnî dağınıklığı getirecektir. Taklit konusunda yazarın ifadesini buraya koyalım ki sizin de neden taklitten uzak durmanız gerektiğine dair inancınız pekişsin: “En samimi inancımla diyebilirim ki, başkasının elbisesini kendi bedenine uydurmak isteyen herkes hüsrana uğramaya mahkûmdur.”
“Okumanın aşıra kaçması gerçekten kötü bir alışkanlıktır” der yazar. Yazar olmak isteyen birine “okuma” demek garip görünebilir. Ancak ilerleyen sayfalarda yazar, okumamakla oluşan açlığı, yazarak gidermeyi tavsiye eder size. Şu ifadeleri okuduğunuzda yazarın yazarak açlık gidermek kavramıyla ne anlatmak istediğini daha iyi anlayacaksınız:
“Yazmayı doğal hale getirmenin en iyi yolu da her zamankinden yarım saat hatta bir saat önce yataktan kalkmak ve elinizden geldiği kadar çabuk -konuşmadan, gazeteye göz atmadan, bir akşam önce açık bırakmış olduğunuz kitabın kapağını kapatmadan- yazmaya başlamaktır. Aklınıza ne gelirse onu yazın, hatırlayabiliyorsanız gece gördüğünüz düşü yazabilirsiniz, dün neler yaptığınızı yazabilirsiniz, hayalî veya gerçek bir konuşmayı yazabilirsiniz, aklınıza takılmış olan bir konuyu yazabilirsiniz. Çabuk çabuk ve kendinizi denetlemeden, sabahın köründe daldığınız bir hayali yazabilirsiniz. Yazdığınız şeylerin mükemmel veya çok sıradan şeyler olması arasında fark yoktur. İşin aslına bakılırsa bu malzeme içerisinde sonraları, umduğunuzdan çok daha değerli şeyler bulacaksınız. Ama şimdiki öncelikli hedefiniz sadece yazmak olmalıdır. Büsbütün anlamsız olmamak kaydiyle aklınıza gelen her şeyi yazmak.” (s. 53)
Arka kapaktan
Hikâye ve roman yazmak isteyenlerin temel problemlerini ele alan bu kitap, yaklaşık yetmiş yıl önce yazılmıştır ve konusunda klasik olarak kabul edilen bir eserdir. Hikâye ve roman yazmanın teknik konuları ile ilgilenmez, daha temel konuları ele alır. Yazmak için ilham perisi bekleyenlerin, kafasındaki hikâyeyi yazıya dökemeyenlerin, yeterli ve doyurucu bir şekilde yazı yazamayanların, yazılarında yakaladığı kaliteyi sürdüremeyenlerin sorunlarına çare arar. Bu temel sorunlar zamana göre değişmeyeceği için bu kitabın eskimesi de söz konusu değildir.
ESER HAKKINDA:
Ötüken Yayınları
Çeviren: Mustafa Yıldırım
3. Baskı, Ağustos 2012
Sayfa: 123
YAZAR HAKKINDA:
Dorothea Brande (1893 – 1948) Chicago’da doğdu ve New Hampshire’da öldü. 1934’te yayımlanan ” Yazar Olmak” adlı kitabı dışında 1936’da yayımlanan “Uyan ve Yaşa” adlı eseri de Türkçeye çevrilmiştir.
Yazar olmak gibi bir fikriniz varsa bu eser size yol gösterebilir. Yazmak üzerine temel felsefeyi kavradığınızda eliniz kalemi daha sıkı kavrayacak, içinizdeki sese daha fazla kulak verecek, gördüğünüz her olay ve durumu yazıya malzeme yapabileceksiniz. O halde okumak için neyi bekliyorsunuz?
Bu aralar belə bir mövzuda kitab oxumağı o qədər çox istəyərdim ki… Kitabın yorumunda yazdığınız marağımı çəkən və mənim indiyə qədər düşündüklərimin əksi olan ifadələri gördüm. Məsələn yazıçılığın öyrənilə biləcək bir şey olması ; yazmaq üçün çox kitab oxumağa, ilham pərisinə ehtiyacın olmaması… Öyrənəcək o qədər çox şey var ki…
Öğrenecek elbette çok şey var. Hem yeni ufuklar açması hem de önyargıları yıkması bakımından güzel ve ilginç bir kitap. Okuyan mutlaka faydasını görür.
Yazar her ne kadar çok okumayın dese de okumadan öğrenilmiyor işte. Bu da kitapla ilgili bir başka ironi olmalı. 🙂
Öncelikle bu postu okuduğuma memnun oldum. Bu post benim için güzel bir rehber olacağını hissediyorum. Ne kadar yazar olmaya niyetim olmasa da yazma konusunda arzum var.
Lakin yazma yeteneğim olmadığı düşünüyordum. Çok güzel ayrıntılı olarak anlatmışsınız. Okumak için elimdeki kitabın bitmesini bekleyeceğim 🙂 Kitabı mümkün oldukça erken okumaya çalışacağım. Tavsiyeniz için teşekkür ederim.
Saygılarımla
Ben de teşekkür ederim Abdullah Bey.
Edebî manada yazarlık elbette bir parça yetenek işi. Ama genel manada düşünürsek yazmak, belli şartları yerine getirmek kaydıyla herkesin yapabileceği bir iş olmalı. Haber metni yazan bir gazeteci gibi düşünün kendinizi. Onlar çok yetenekli oldukları için yazmıyorlar, oyunu kurallarına göre oynuyorlar sadece. Aynı kural hepimiz için geçerli.
Keyifli okumalar dilerim. Yorumunuz gönderdikten sonra yönetici onayını bekliyor. Kaybolmuyor yani. 🙂
Merhabalar efendim. Çok faydalı bir yazı oldu benim için. Sanırım okumak isteyip ertelediğim kitaplardan biri idi. Ama sizin güzel anlatımınızdan sonra yakın zamanda edinip okumaya çalışacağım. Teşekkürler. Sevgiyle…
Merhaba Sena Hanım,
Okunacak o kadar çok kitap var ki hangi birine öncelik vereceğini şaşırıyor insan. Ama yazıyla uğraşan herkesin okumasını istediğim üç beş kitaptan biridir bu. Birini daha önceki yazımda ele almıştım. Diğer eserleri de yazarım inşallah.
İlginize teşekkür ederim. 🙂
Bu kitap gerçekten yol gösterici bir kitap diye düşünüyorum ve en kısa zamanda almak istiyorum. Bu arada sanal ortamda o kadar fazla kitap paylaşımı yapanları görünce bazen kendimi çok cahil hissettiğim oluyor.Fakat yazınızı okuyunca yazmayı daha çok sevdiğim için biraz rahatladım sanıyorum:) Yakın çevremizden insanların bizi aşağı çektikleri fikri de çok doğru malesef.Çok yol gösterici bir yazıydı, teşekkür ediyorum..
Kitap blogları bunu biraz iş edindikleri için olsa gerek daha çok okuyup daha çok paylaşıyorlar. Endişeye gerek yok, kitap bloglarını arada inceliyorum, benim ilgimi çeken kitap göremiyorum. Hatta çoğu zaman bu kitapları niye okuyorlar ki diyorum. Tabi bu bir zevk, karışamam.
Okuduğum kitapları ben de paylaşsam mı sorusu rahat bırakmıyor beni. O beni rahat bırakmayınca ben onu rahat bırakıyorum. 🙂 Bir daha ilişmiyor bana. Hem bunu nasıl yapacağım ki? Pek çok kitabı okumamın üzerinden yıllar geçmiş. Tanıtmak için yeniden okumak gerekecek. Bununla başa çıkılamaz. Ayrıca bir kitap tanıtılacaksa biraz daha kuralına uygun olmalı bence bu iş. Kimseyi hedefe koyup eleştirmiyorum. “Okudum, çok güzel, herkese tavsiye ederim.” tarzı üç cümle yazıp üç beş alıntı yapıp birkaç da fotoğraf ekleyince dünyanın en önemli işini yaptığını sanan “İnstagram kitap bloggerları” gibi yapacaksak bu işi, hiç yapmamak daha iyi.
Yine ölçüyü kaçırdım. Bazı konularda kendimi tutamıyorum. Bu da benim kusurum olsun artık.