Kitaplar hakkında kalem oynatmayı oldum olası sevmem. Çok severek okuduğum bir kitap hakkında bile üç beş cümle kurmamı isteseniz elim ayağım dolanır. Bu yüzden bu blogda bugüne kadar kitaplar hakkında yazmaktan hep kaçındım. Niye? Bu sorunun kesin bir cevabı olduğunu sanmıyorum. Kendime defalarca sordum bunu. Elle tutulur bir sonuca ulaşamadım.
Bu bilinmezlik ve cevapsızlığa rağmen bugün size son dönemde okuduğum kitaplardan bahsedeceğim. Kitaplardan bahsedeceğim deyince hemen aklınıza kitap tanıtım yazısı gelmesin. Kitap tanıtım yazılarını severim ve severek okurum. Ama satın alacağım veya okuyacağım hiçbir kitaba, bir tanıtım yazısına bakarak karar vermedim. Çünkü kitap tanıtım yazıları bana göre çok öznel yazılardır. Sen beğendin diye ben de beğenecek değilim, değil mi?
Peki, ben neden bahsedeceğim? Hiçbir şeyden. Bu blogda kendi kişisel tarihimi tuttuğumu bilenler biliyor. Okuduğum kitaplar kaybolup gitmesin diye not alacağım yani. Bugüne kadar okuduklarım ne oldu? (Kitaplarımın somut hâllerini sormuyorum kesinlikle. Bu konuya girersem bunun çıkışı yok. Uzak yarınlarda anlatırım kısmetse. Beraber oturup ağlarız kitaplarıma.) Çoğunun adını bile hatırlamıyorum. Yıllardır bunları not almış olsaydım şimdi çok güzel bir kitap okuma arşivim olurdu. Arada açıp bakardım ve bu, beni mutlu etmeye yeterdi.
Son dönemde çok fazla okuyamıyorum. Bunun zamanla ilgisi yok. Eskisinden daha fazla zamanım var aslında okumak için. Ama isteğim yok. Bütün bu isteksizliğe rağmen kendimi zorlayıp okuyorum. Başlayınca kitabı bitirmeden de bırakmıyorum. Böyleyken bu isteksizlik devam ediyor. İşin kötüsü, geçmiyor da.
Sözü uzattım yine. Sürgünde satın alıp okuduğum ilk eser Oya Baydar‘ın Hiçbiryer’e Dönüş adlı romanı oldu.
Bu kitabı ilk kez bir Youtube videosunda duydum. Önce adı ilgimi çekti. Videodaki sohbette kitaba birkaç kez vurgu yapılmıştı. Romanın konusunun, 15 Temmuz tiyatrosundan sonra yaşanan soykırımı ile örtüşüyor olması kitabı benim için daha ilginç hâle getirmişti. Hemen internette kitabı buldum. Arka kapak yazısını da okuduktan sonra bu kitabı alıp okumalıyım dedim. Bugüne kadar bir şey satın alırken üzerinde en az düşündüğüm şey kitap olmuştur. Ödeyeceğim paranın ne olduğunu hiç düşünmem. Yine öyle yaptım. Yanına birkaç kitap daha ekleyip siparişimi verdim.
Oya Baydar’dan ilk kez eser okudum. Yazarın dilini çok sevdim. Benim gibi zor beğenen bir okuru daha ilk eseriyle cezbetmek her yazarın harcı değildir. Ben kolayından beğenmem çünkü.
1980 darbesinden sonra ülkeyi terk eden insanların hayatlarını, daha doğrusu ülkeye dönüşlerini anlatıyor eser. Döndüklerinde, bıraktıkları gibi bulamadıkları bir ülke vardır. Bunun acısı roman boyu kendini hissettirir. Uzun uzun romanı anlatmayacağım tabi. Okurken hangi ruh hâliyle altını çizdiğimi bugün bile anımsamakta zorlandığım satırlardan bazılarını -sıra takip etmeksizin- buraya ekleyeceğim. Bu benim için bir romanın özetidir.
Nelerin altını çizmişim?
- Dönüşümüze, bozguna uğradığımız ve yenilgiyi kabullendiğimiz için izin verilmişti. Dönüş yollarını zafer değil yenilgi açmıştı. Mağlup orduların, yaralı, yorgun askerlerine benziyorduk.
- Sıkıntılı anlarında yaptığın gibi, parmaklarınla uzun sarı saçlarını karıştırıyordun. Uzanıp dudaklarından öpmüştü seni. Kederine, çaresizliğine ortak olmanın tek yolu bedenine ulaşmaktı.
- Sonra “iyi” ve “namuslu” ne demek, diye soruyorum kendime. Bu sözün ne kadarının edebiyat, ne kadarının gurur ve inat, ne kadarının gerçek olduğunu bilmiyorum.
- Şimdi oldukça mutluyum. Mutluluk, doğru sözcük değil. Dinginim, demeliyim; belki “ıssızım” demek daha doğru.
- Gidebileceği, kaçıp saklanabileceği tek yer, kendi yalnızlığıydı.
- Kahramanlık değil, kaçış; seçme değil, kader; savaş değil, teslimiyetti. Bir karşı-ütopyaydı, “Hiçbiryer”di.
- Dönüş yollarının ne bahasına açıldığını, dönüşün bedelinin ne olacağını henüz ikimiz de bilmiyorduk.
- Bilmediğim, tanımadığım sokaklarını, uğrayamadığım köşelerini, gezmediğim, görmediğim yerlerini içimde yıllarca bir boşluk, bir pişmanlık olarak taşıdım ben.
- Sabahları okula gitmek içi erkenden kalktığımızda, anneler daha da erken kalkmış, sobayı yakmış olurdu. Ne mutluluk!
- Haklısın, dönüş sürgünün amacıydı. Amaca ulaşılan noktada, mutluluk değil boşluk kalıyor.
- … aşkın, gece yollarının tekdüzeliğine dayanamayacağını henüz bilmiyordum; gidenin arkasından ağlamamayı da öğrenmemiştim daha.
- Yıllar boyunca, geçmişe özlemin, dönüş umudunun simgesi, anıların ve kaçaklığın sığınağı, yabancı istasyonlarda beklenen ve hiç gelmeyen trenlerin son durağı olan şehir.
- Şu minderin üstünde, geceler boyunca aşktan konuşurduk. En çok da, bizi terk edip giden erkekleri sevdik. Ya da ölü erkekleri… Aşkı korumak, taze tutmak için ayrılık gerektiğinden belki de.
- Ezberindeki yüzlerce şiiri, bazen geceler boyunca, derin ve tutkulu bir sesle okurdun. Yalnızca bu şiirler yüzünden bile âşık olabilirdim sana.
- Yeniden başlamak gerekseydi, yine aynı yollardan yürürdüm, diyorum ona.
- Hep dönmeyi düşündüğümüz için, biraz istasyonda bekler gibiydik. Zor olan, dönememekti. Kendi isteğimizle, dışarıda daha iyi yaşayalım diye çıkmamıştık yurtdışına. Demin, birinizin haklı olarak söylediği gibi, kaçmak zorunda kalmıştık. Dayanılmaz olan, insanın yüreğini sıkıştıran, yasakları aşamamaktı. Açık cezaevinde mahkûmiyetimizin dolmasını bekler gibiydik.
- Ama yüksek sesle düşünmek hoşuma gidiyor. Bana yalnızlığımı unutturuyor. Aslında, az düşünüyor, çok hatırlıyorum.
- Yüzünden, bedeninden çok içini, yüreğini kemiren yıllar…
- Ben seni hep -ve belki de yalnızca- kaybettiğim zamanlar sevdim.
- İster bir iklim, bir şehir, ister bir aşk, bir insan, ister bir savaş, bir inanç olsun; tükenince direnmemeli. Bırakıp gitmeyi, yaşanmış olanın güzelliğini korumayı bilmeli.
- Bu dünyayı değiştirip bir yeryüzü cenneti kurmayı hayal etmiştik. Felsefemiz ve inancımız, dünyayı açıklamakla yetinmeyip onu değiştirmek gerektiğini söylerdi bize. İnsanın kendi hayatına bir anlam kazandırmasının en görkemli, en yüce yoluydu bu. Artık, dünyayı değiştiremeyeceğimizi biliyorum.
Sürgün üzerine yazacak çok şeyim var, ama kitaptaki bir cümle yolumu kesiyor sürekli: “Yazabiliyor musun? Yazamıyorum. Yazacak bir şeyim de yok zaten. İçim boş.” Kitap paylaşım ağı “1000 Kitap”ta şunları yazmışım eseri okuduğum günlerde:
Doğru kitap yanlış zaman
Bazı kitapları okuyacağı zamanı seçemiyor insan. Farkına varmadan eserde anlatılanları yaşarken buluyorsunuz kendinizi. Bir gün benim için de “hiçbiryer” diye bir yer olur mu meraktayım. Şehirleri mekanları bilmiyorum ama insanların değiştiğini yakinen biliyorum. Bu bilinirlik yoruyor beni.
Arka kapağın son cümleleriyle noktayı koyuyorum: Hiçbiryer’e Dönüş, bir dönüşün öyküsüdür. Dönülen her şeyin hiçbir şey, her kişinin hiçkimse, her yerin hiçbiryer olduğu bir dönüşün öyküsü.
Sürgün üzerine eser okumaya devam edeceğim. Yeni eserler okuduğumda onlar üzerine de üç beş kelam etmeyi, altını çizdiğim satırları paylaşmayı planlıyorum. Birkaç gün önce yeni kitaplar sipariş ettim. Dört gözle bekliyorum. Başımıza ne geldiyse okumaktan geldi. Ama vazgeçemiyorum. Gençlere yıllar boyu hep şunu söyledim derslerimde: “Okuyun, okumazsanız okuyanlar canınıza okurlar.” Hayatın esprisine bak ki ben hep okuduğum hâlde canıma okudular. Bir farkla tabi. Benim canıma okuyanlar, hiç okumayanlardı. Bu milletin cahilliğini bu kadar hafife almamak gerekiyormuş.
Bir yanıt yazın