Yeni kitaplarım geldi. Bu, yurt dışında verdiğim ikinci siparişimdi. Daha önce Almanya’da satış yapan bir yerden istemiştim, bu kez Türkiye’den Kitapyurdu’ndan sipariş verdim. Kitapların temin edilmesi 3-4 gün sürdü. Temin edildikten sonra kargo iki gün içinde teslim edildi. Tabi burada en temel sorun kargo ücretinin kitaplara ödediğim rakama -hemen hemen- eşit olmasıydı.
Sanal ortamda hemen her ürünün koli açılışı için çekilmiş videolar var. Kim ne satın almışsa onun videosunu çekiyor. Bir an ben de mi yapsam diye içimden geçmedi değil. Sonra vazgeçtim. Koli açılış videosu çekmedim ama koli açılış yazısı yazıyorum.
Neler aldım?
- Hilmi Yavuz’dan Defterler kitabı. Bu eseri ziyaretime gelen bir arkadaşımda görmüştüm ve alıp okumalıyım demiştim. Kısmet bugüneymiş. Kitabın üç alt başlığı var: Geçmiş Yaz Defterleri, Bulanık Defterler, Lirik Defterler. Yavuz’un ara ara okuduğum şiirlerini saymazsam en son Kendime, İstanbul’a Kadınlara Dair kitabını okumuştum. Ne zaman, nerede? Ülkeyi terk etmenin arifesinde bir dost evinde dinlenirken.
- İkinci eser Selim İleri‘nin Bu Yaz Ayrılığın İlk Yazı Olacak adlı romanı. Bu kitabı adına bakarak satın aldım desem yeridir. Tabi Selim İleri’ye ait olması da arka planda etkili oldu. İleri’nin kalemini eskiden severim. Gazetede yazdığı zamanlar haftalık yazılarını keyifle okuyordum.
- Yüzyıllık Yalnızlık, Gabriel Garcia Marquez‘in meşhur romanı. Kütüphaneden alıp okuyabilirdim aslında ama bu eseri de satın almak istedim nedense. Marquez bu eserini Kolombiya’dan Meksika’ya ilk gittiğinde kaleme almış. Kırk yaşlarında yaklaşık olarak.
- Ethem Baran‘ın Emanet Gölgeler Defteri satın aldığım dördüncü kitap. Yazara ait ilk eseri doksanlı yılların sonunda okuduğumu hatırlıyorum. 98 yılıydı sanırım. Sonrası Ayrılık adlı eserini okumuştum ilk olarak. Daha sonra Kurutulmuş Gül Mevsimi adlı hikâyelerini okudum. Her iki eser de kütüphanemde mevcuttu. Bir zalim el o güzelim kütüphaneyi darmadağın edinceye kadar. Yakın zamanda da e-kitap olarak Unuttuğum Bütün Akşamlar adlı kitabını okudum. İlk okuduğum günden bu yana kalemini çok seviyorum Ethem Baran’ın.
- Sevan Nişanyan adını duymuş olmalısınız. Etimoloji sözlüğü ile hatırlayacaksınız mutlaka. Yazarın Sürgün Yazıları adlı eserini aldım. Yazar, uyduruk suçlardan dolayı üç yıllığına girdiği ama absürt denilebilecek gerekçelerle on yedi yıla kadar çıkan hapis cezalarını tamamlamayı reddetmiş, fırsatını bulduğu ilk anda da soluğu Yunanistan’ın Samos adasında almıştır. Aklın yolu bir. Bu eser yazarın 2017-2019 yılları arasında kaleme aldığı yazılardan oluşur. Kitabın hemen başında güzel bir bölüm dikkatimi çekti. Şöyle diyor Nişanyan: “Eylem yapacaksan asla akıllı adamların aklına kulak asma. Eylem için deli olmak lazım. Başını sonunu fazla düşünmemek lazım.” Bu ifadeler -iyi ki- hiç izlemediğim meşhur Kurtlar Vadisi dizisinden alınmış bir replik gibi geldi bir an bana: Sonunu düşünen kahraman olamaz.
- Osman Çeviksoy‘un Sana Seni Anlatmak adlı katabını sadece arka kapak yazısına bakarak aldım. Şöyle bir yazı vardı arka kapakta: “Beni hiç anlamadın demeye dilim varmıyor. Anladığın zamanlar oldu, biliyorum. Fakat çoğu kez yanlış anladın beni. Ne olur ya doğru anla ya hiç anlama. Biliyorsun, ben anlatmak zorundayım. (…) beni sen anlarsan, başkaları da anlar.” Çeviksoy’u da ilk kez 98 yılında okuduğumu hatırlıyorum. Yanlış aklımda kalmadıysa üç eserini almış, okumuş ve kütüphaneme koymuştum: Kar Yağar Gül Üstüne, Derdimi Gül Eyledim, Geriye Hüzün Kalır.
- Ömer F. Oyal‘ın Sürgün Ruhun Rüya Defteri adlı eserini isminde sürgün kelimesi geçtiği için satın almış olabilirim. Bu aralar sürgün üzerine kafayı bozmuş durumdayım. Bildiğim ve okuduğum bir yazar değil Oyal. Neyle karşılaşacağımı ben de bilmiyorum.
- Lanetli Yıllar adlı eser de sürgün anılarını anlattığı için satın alındı. Yervant Odyan‘ın İstanbul’dan Der Zor’a sürüldüğü yıllara ait anılarını içeriyor. Ermeni bir yazar Yervant Odyan. Her ne kadar resmî tarihçiler Ermeni soykırımı gibi bir kavramı kabul etmeseler de Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında pek çok insanın bir yerlerden sürüldüğünü hepimiz biliyoruz. Bugün haklı – haksız tartışması yapmak bize bir şey kazandırmadığı gibi yaşanan acıları da hafifletmeyecek.
- Satın aldığım son eser Edward W. Said‘in Sürgün Üzerine Düşünceler adlı kitabı. Daha küçük bir kitap bekliyordum aslında. Ama Hece yayınları dergi boyunda bir kitap basmış. Edward W. Said’i de ilk kez okuyacağım. Eser, denemelerden oluşuyor. Sürgünün felsefesini mi okuyacağım yoksa sürgün bir hayatın izini mi süreceğim, hiç bilmiyorum. Eserle ilgili yüzeysel bir araştırma yaparken Nida dergisinde Selma Cansız’ın bir yazısına rastladım. Cansız, “Sürgün Üzerine Düşünceler: Kış Ruhu” başlıklı yazısında Said’den mülhem ifadelerle şöyle diyor: “(…) Göçerlik ve sürgün, Said’in belirttiği gibi “kesintili bir var olma durumudur ve geride bıraktığınız yerle bir kavgaya tutuşma biçimidir. Bundan dolayıdır ki modern kültürün güçlü, hatta zenginleştirici bir motifine dönüştü. Sürgündeki kişi bilir ki, seküler ve olumsal bir dünyada evler daima geçicidir. (…) Bir sürgün için “diğer ülke” nedir? Kendine kucak açan ikinci bir rahim mi? Yoksa, “hiç”liğini sürekli yüzüne çarpan bir ayna mı? Peki bir sürgünü en çok yaralayan nedir? Ait olduğunu giderek daha keskin ve yalın bir biçimde fark ettiği dili mi, yoksa istemeye istemeye içine sürüklendiği “dilsiz”liği mi? Sürgün ait olduğu ülkenin sınırlarının dışına adım attığı anda kavramıştır esasen artık bir “hiç” olduğunu. Sürgünün kirpiklerine düşen gölge hep aynı kalır. Kavruk bir yanı vardır bu gölgenin. Edward Said’in Wallace Stevans’tan ödünç aldığı kavramla, “Kış Ruhu”nun gölgesi düşmüştür kirpiklerinin üzerine. Oradan bir yere gidilemez, oradan bir yere gelinemez de. Orada durulur sadece ve oradan öylece bakılır karşı kıyılara. (…) Said’in dediği gibi, sürgünün “evrensel” bir dili olduğu da doğrudur ama bu daha ziyade suskunluklarda belli eder kendini. Direnişin beyhûde olduğunun anlaşıldığı ve katlanmanın kırk yerinden birden kırıldığı iklimlerde, gidip çalacakları son kapı kendi dilleridir ne yazık ki. Ve ne yazık ki, o dilde akan gözyaşlarını, o dille ifade etme imkânları kadar, bir başka dile tercüme etme ihtimali de alınmıştır ellerinden. Bir tarafları hep eksik, tutsaktır. (…)1
Bugüne kadar bir şey satın alırken üzerinde en az düşündüğüm şey kitap olmuştur. Yine öyle oldu. E-kitap olarak okuyabileceğim yüzlerce eser varken elimin altında, ben somut kitap okumayı tercih ettim. Biraz takıntı olabilir benimki. Fakat ben evin içinde kitap görmezsem mutsuz oluyorum. Tersinden kurayım cümleyi, daha anlamlı olsun. Ben evin içinde kitap görünce mutlu oluyorum.
Kitapları okuduktan sonra düşüncelerimi kaleme alır mıyım? Yazmak isterim ama bunun sözünü veremem şimdiden. Konu sürgün olunca yazarım diye ümit ediyorum. Kitapları alınca bile bu kadar yazdım. Okuyunca ne yapacağımı siz düşünün artık. Belli mi olur, belki kitaplarımla birkaç kahve fotoğrafı bile çekerim. Kahve demişim, çay olacaktı o, çay. Üstelik şekerli…
- Yazıyı kaleme alan Selma Cansız kimdir bilmiyorum, merak da etmedim açıkçası. Yazısının bir bölümünde Cansız, ülkemize gelen ve sonrasında Avrupa’ya doğru yol alan Suriyeli mültecilerden bahseder. Hatta Ege denizinde boğulan Aylan bebeğin fotoğrafından “kıyıya vuran insanlığımız” diye bahseder. Medyaya yansıyan başka örneklerle zenginleştirir yazıyı. Buraya kadar her şey çok güzel ve normaldir. Ama nedendir bilinmez Ege’yi veya Meriç’i aşmaya çalışırken hayatından olmuş diğer insanları, KHK ile ihraç olup gönüllü sürgüne gidenleri, ülkenin güneydoğusunda yıllardır süren kavgadan dolayı sürgüne razı olanları anmaz. Böylesine güzel bir yazının tarafsız olmaması üzücü elbette. Canı sağ olsun. O dile getirmedi diye sürgünlüğümüz ortadan kalkmış değil. Elbet bir yazar çıkar, bizim hikâyemizi de anlatan. Kimse anlatmazsa da gam değil. Bakarsın, kendimiz anlatırız. ↩︎
Şimdiden yorumlanızı da merakla bekliyorum 🙏
Merhaba birpsikolog,
Yorumlarımı beklediğinizi söyleyip beni bir yükün altına sokuyorsunuz. Tüm kitaplar için olmasa bile bazıları için bunu yapmayı düşünüyorum. Fikirler gerçeğe dönüşecek mi, bunu zaman gösterecek. 😊
Evin içinde kitap görünce ben de mutlu oluyorum. Yeni kitaplarınızı keyifle okuyun.
Kıymetli paylaşımınıza teşekkür ediyorum.
Teşekkür ederim Nazlı Toaç,
Kitapsız bir ev düşünmek korkutuyor beni. Kitabın insana iyi gelen bir yanı vardır. Öyle ki bazen kitap insana, insandan bile daha iyi gelebilir. 😊