şiir defterim

Konstantin Simonov – Bekle Beni

Zülfü Livaneli’nin yeni romanı Bekle Beni üzerine yapılmış bir söyleşiyi izlerken keşfettim bu şiiri. Nedir, ne değildir diye araştırırken “dünyanın en tanınmış savaş şiiri” diye anıldığını gördüm.

Kısaca bahsetmek gerekirse Konstantin Simonov, bir film yıldızı olan Valentina Serova’yı bir tren istasyonunda görür ve âşık olur. Evlenirler. Sonra savaş yılları gelir. Simanov genç ve güzel karısına askerden, kanlı cephelerin içinden mektuplar gönderir. Bekle Beni, Seninle ve Sensiz, Kızma Yazarsam adlı uzun şiirlerini hep bu dönemde ve tabii Valentina Serova için yazar. Bunları gönderip gönderememek, Valentina’nın bunları okuyup okumaması değildir önemli olan. Önemli olan onun Valentina’ya olan aşkını her gün, her dakika, her sabah, her akşam fısıldayabilmesidir. Gerisi önemsizdir ve Simonov’un daha sonra da söylediği gibi, bunu yapamazsa çıldıracağını bilmektedir.

Tanıdık geldi mi hikâye? Erkekler hep böyle seviyor nedense. Dünyada başka kadın yokmuş gibi.

Sonra ne oluyor?

Savaş biter, Simonov çok sevdiği karısına döner. Çılgın aşkını yaşamaya devam edeceğini umar. Ama Valentina değişmiştir. Ünü artmış, çevresi erkekler tarafından kuşatışmış, hayatına yeni erkekler girmiştir.

Bir hikâye de burada var. Hiçbir gerekçe bunu mazur göstermese de ihanet eden kadın hikâyesi. Sahi, neden böyledir?

Bunu gören Simonov, yıkılır ama sevmekten vazgeçmez. Tek korkusu vardır, gördükleri karşısında Valentina’yı incitmek. Bu yüzden bir zamanlar beklemesi için yalvardığı kadını karlı bir Moskova sabahı bırakıp gider ve bir daha geri dönmez.

Yazmaya devam eder. Dünyanın tanıdığı bir yazar-şair olur. 75’te Valentina ölür, Konstantin cenazesine katılmaz. Artık bekleyen Valentina’dır. Ve Simonov 79’da Valentina’ya tekrar kavuşur.

Bu şiirle tanışmamı sağlayan Zülfü Livaneli’nin Bekle Beni romanını alıp okuyacağım. Bir “dönem romanı” olması yönüyle merak ediyorum. 70’li yılların acılarını (hapis, sürgün, baskı…) okuyup günümüzü anlamaya çalışacağım.

Söyleşiyi izlerken bir noktanın dile getirilmesinden ısrarla kaçınıldığını fark ettim. Hem Zülfü Livaneli hem de söyleşiyi yapan Özlem Gürses 2016’dan bu yana ülkede yaşanan acılardan bahsetmemeye yemin etmiş gibiydiler. Bunun iki sebebi olabilir. Birincisi iktidar korkusu. Yani başıma bir şey gelirse korkusu. İkincisi daha kötü. Sol körlüğü diyorum ben buna. Kendilerinden başka hiç kimseyi önemsememe, hatta diğerlerini yok sayma, her türlü zulmü sadece kendileri yaşamış gibi “solcu”ları kutsama. Maalesef konu muhafazakar kesimden birinin acıları olunca Zülfü Livaneli gibi en insancıl olanı bile sessiz kalabiliyor. Acı ama gerçek.

Ben yine de romanı okuyacağım tabii.

Bekle Beni

Bekle beni, döneceğim
Bütün direncinle bekle beni.
Bekle hüzün yağmurları
Gökyüzünü kaplayınca,
Karakış üşütürken bekle,
Sarı sıcaklar yakarken bekle.
Kimseler beklemezken bekle beni,

Unut anılarla yüklü bir geçmişi
Ne bir mektup ne bir haber
Gelmesin ne çıkar, bekle beni
Bekle beni döneceğim
Bekle, yalnızca sen bekle beni.
Bekle beni döneceğim, bırak
Beklemekten usanmış dostlarım
Oğlum, anam, yoldaşlarım
Öldüğümü sansınlar benim
Umudu kesip bir ateşin başında
Beni yâd edip içsinler ama sen
İçme sakın yürek acısı o şaraptan
İnançla, sabırla bekle beni.

Bekle beni, döneceğim
Tüm ölümlere inat bekle.
Çünkü o büyük bekleyişin
Düşman ateşinden kurtaracak beni.
Bekle kızgın sıcaklar içinde,
Karlar savrulurken bekle beni,
Yalnızca seninle ben, ikimiz
Ölümsüz olduğumuzu bileceğiz;
O sırrı, o hiç kimsenin bilmediği.
Kimseler beklemezken
Beni beklediğini.

(Çeviren: Sacide Üçer)

Konstantin Simonov

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir