You are currently viewing Yarım Bırakılmış Şiirlerin Hüznü

Yarım Bırakılmış Şiirlerin Hüznü

Sevgili Afra,

Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor dışarıda. Bu yazının nerede yazıldığını bilsen -belki- gözyaşların yağmuru bastırırdı.

Sen gittin. Oysa biz seni hiç “gitmiş” farz etmedik. Hep kaldın aklımızın ve kalbimizin bir köşesinde. Arkadaşların hâlâ duruyorlar aynı okulda. Sonra bir gün ben de gittim. Hem de ne gidiş!

Son haftalarına yaklaştığın lise hayatının bitişine şahit olamamak eziyor kalbimi, bütün benliğimi. Şimdi sen benim hiç bilmediğim yerlerde mezuniyet hazırlıkları yapıyorsun. Cüppe giyip kep fırlatma telaşına düştün belki çoktan. Geceleri rüyalarını kim bilir hangi şehrin hangi üniversiteleri süslüyor. Erteleme ümitlerini.

Elinden önce mesleği, sonra özgürlüğü alınmış bir öğretmen olarak hâlâ beni dinlemek ister misin, bilmiyorum. Dinlemek istersin elbette ama ben sorunun cevabını beklemeden söyleyeceğim içimde kalan susturulmuş çığlıkları.

Hayatın -ki biz ona kader diyoruz- bize hangi sürprizleri hazırladığını bilmiyoruz. Yarına dair yüzlerce belki binlerce planımız var: Yarın şunu yapacağım, sonraki gün şunu. Haftaya şuraya gideceğim, gelecek yıl okulumu bitireceğim. Üç yıl sonra işim, beş yıl sonra eşim olacak… Daha neler neler… Bu ümit yaşatır insanı. Sen dahi öyle yap. Hiç erteleme ümitlerini. Ve hayatı ıskalama.

Yaptığımız yüzlerce planın içine bazen bize ait olmayan planlar da karışır. Ve düzeni bozulur hayatın. Böyle zamanlar için bir B planın olmalı derler hep. Sanırım sen bugüne kadar hiç ihtiyaç duymadın B planlarına. Beni dinlersen -bu, bir hoca tavsiyesi olsun- sen sana ihtiyaç olandan daha fazla plan yap. Hiç kullanmayacağını düşün bunları ve bir kenarda dursunlar.

“Anı yaşa!” diyorlardı. Ben de öyle diyeyim. Günaha ve isyana batmadan yaşanabilecek ne varsa şimdi yaşanmalı bence. Çünkü yarın yokmuş. Bilseydim “yarın” diye bir şeyin olmadığını. Ve bunu yarım asra yaklaşan bir ömürden önce öğrenseydim keşke… Ne büyük bir keşke değil mi benimki! Senin böyle gecikmiş keşkelerin olmasın diyedir anlattıklarım. Eğer illâ keşkeleri olacaksa insanın “bunu niye yapmadım” diye değil, “bunu niye yaptım” diye olmalı. Yaptığımız şeylerin pişmanlığı geçer ama yapmadığımız, ertelediğimiz ve yapamadığımız şeylerin pişmanlığı bütün bir ömür bizimle gezer. Dedim ya anı yaşa. İsyansız ve günahsız.

Hani güzel bir söz vardı: Yarın için yapılabilecek en güzel şey bugünü dolu dolu yaşamaktır. Dün, zaten bitmiş. Ders almak için kalsın bir köşede. Yolun yarısını geçince belki biraz da hüzün dereriz oradan. Ama gel gör ki “bugün”leri doldurmadan “dün”lerde bir şey birikmiyor.

Sen, benim cümleleri bu kadar rahat sıraladığıma bakma. Ertelenmiş ümitler çöplüğüdür benim dünlerim. Pişmanlıklarımı anlatacak değilim. Biz yaşadığımız güzel anlara bakalım. O anların içinde öyleleri vardır ki ayakta tutar insanı, yarına taşır.

Bütün sınıfa “Albeni” ikram ettiğimiz günler güzel günlermiş. Bahanesi bile güzeldi. Şimdi sınıf nerede, albeni nerede? Albeni yerken o ana tat veren siz neredesiniz?

Sizin sürpriz sandığınız ama hocanızın hep öncesinden haberdar olduğu doğum günü pastaları… Fotoğrafımı bile basmıştınız bir keresinde kocaman bir pastanın üstüne. Hak etmiş miydim bu güzelliği?

Bir grup arkadaşınla hanemi de şenlendirmiştin. O günden sonra pek çok “kuzucuk” çaldı kapımı. Hepsinin ayrı bir kıymeti vardı elbette. Lakin o anı, ilk oluşu gerekçesiyle ayrı bir yere koymuştum hep. Ha, unutmadan söyleyeyim: O kapı hâlâ açık. Bir kez “öğrenci” sıfatını kazandıysan yıllar bunu hiç değiştirmiyor. Öyle ki biz onun başına “eski” sıfatını bile koymuyoruz. Yeter ki adım hafızandan, yerim kalbinden silinmemiş olsun.

Üzüleceksek sadece edebiyat dersleri yarım kaldı diye üzülelim. Tekrarı olmayacak diye üzülelim. Şiirler yarım kaldı diye… Hep yarım kalırdı değil mi şiirler? Birkaç güzel mısrayı okur, gerisini getirmezdim. Çok daha fazlasını bildiğimden şüpheniz yoktu. Lakin ben, merak edin diyerek yarım bırakırdım. Şiirin tabiatıydı biraz da bu. Pek çoğu, yarım kalmış hayatları, aşkları anlatıyordu. Yarım kalmış hayalleri. Ertelenmiş ümitleri…

“Ben acılar denizi olmuşum yaklaşma / Sularım tuzlu, sularım zehir zemberek” deyip Ümit Yaşar’ın kapısını çalmış, “Bir gün gözlerimin ta içine bak / Anlarsın ölüler niçin yaşarmış” diyerek Sezai Karakoç’a misafir olmuştuk. Necatigil’in “Sevgileri yarınlara bıraktınız / Çekingen, tutuk, saygılı” mısralarını duyduktan sonra hiç ertelemedik sevgileri. “Ah, kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya”1 dedik bir şairin öldüğü gün, kendi dilinden. Nihayetinde Attila İlhan çaldı kapımızı. “Ayrılık sevdaya dahil” dedi ve gitti. Sonra sen gittin.

Öğrendik ki bu sevdada ayrılık da varmış.


30 Mayıs 2017’de yazıldı bu mektup. Hikâyesini anlatacağım elbette. Ama öncesinde bu mektubun benzeri onlarca mektubu burada yayımlamalıyım. Sonrasında anlatacak çok hikâyemiz var, dinlemek isteyenler için.


  1. Gülten Akın, İlkyaz ↩︎
Beni bilgilendir
Bildirim
guest
10 Yorum
Satır içi geri bildirim
Tüm yorumları gör
Derya
16 Temmuz 2021 08.09

Çok hüzünlü bir mektuptu. Hikayesini de merak ettim ☺️

Deniz
26 Temmuz 2021 23.06

Kaleminize, yüreğinize sağlık…

Hiç erteleme ümitlerini. Ve hayatı ıskalama. Ne doğru bir nasihat…

Hüzünsüz günler dileğiyle

Deniz
Yanıtla  Bir Edip
27 Temmuz 2021 15.51

Gönülden istediğimiz halde ertelediğimiz, hatta daha da kötüsü görmezden geldiğimiz her şey sonradan elimize ayağımıza dolanıyor, doğrudur.

Hüzün, hafif bir melankoli meltemi gibi ruhu okşadığında güzel… Ama pişmanlık, suçluluk, elem gibi koyu karanlık duygulara yol açmaya başlayınca zorlaştırıyor hayatı gibi geliyor bana.

İyi günlere

Deniz
Yanıtla  Bir Edip
29 Temmuz 2021 02.26

Öyle gerçekten… Hüznün bile güzeli makbul…

Gülten
25 Aralık 2021 04.59

Sizin öğrencilerinizin hep güzel isimleri varmış:) Mektup çok güzel ve tabi hikayesini de okumak nasip olur inşallah..