Sevgili İrem,
Bu son sabah.
Sen benim “bu son sabah”larda hangi huzur ve coşkuyla o kapıdan içeri girdiğimi hiç bilmedin. Bir parça hüzün de yok değildi içinde.
Şimdi okulun her köşesinde anlaşılmaz bir telaş vardır. Alt sınıfların kendilerince önem verdikleri birtakım telaşları bir kenara bıraktım. Sadece son sınıfların, son kez bir okula ait olmanın verdiği hüzün telaşına şahit olalım.
Ben yirmi üç yıl önce tanımıştım seni. Henüz sen dünyada yoktun. Bu memleketten kilometrelerce uzak, yabancısı olduğum bir kültürde karşılaşmıştık seninle. Ne iyi etmiştik. Seni bu kadar çok seveceğimi hiç düşünmemiştim.
Bir tren yolu geçerdi kasabanızdan. Rayların hemen ötesinde askerler ve tel örgüler olurdu hep. Ülkemizi koruyorlardı. Oysa özgürlükmüş elimizden aldıkları. İlk kez gördüğüm için bir tiyatro gibi gelmişti bana. Oysa senin gerçeğinmiş bu.
Seninle karşılaştığımız o memlekete gitmek nasip olmadı bir daha. Gözümde nasıl tüttüğünü bilemezsin.
Sonra tayinim çıktı, ayrıldım oradan. Ama peşimi bırakmadın. Geldin benimle. Ülkenin bir ucundan bir ucuna göç etmiştim. Sözde yüreğimin götürdüğü yere gitmiştim. Yanılmışım. İyi ki de yanılmışım.
Kısa bir askerlik dönemi girmişti araya. Sen hep beklemiştin. Niçin beklediğini bilmeden. Adımı benden önce tanımıştın. Personel panosuna hatta ders programlarına benden önce gelmişti adım. Adı var, kendi yok bu adamı merakla beklemiştin sen. Ve ben bu kadar çok beklendiğimi yıllar sonra öğrenecektim. Ve daha neler öğretecekti yıllar bana! Sen neler öğretecektin…
Kalbini bu kadar kocaman açmasaydın bana, ben bu kadar mutlu olacak mıydım sanıyorsun. Dünyam bu kadar aydınlık olacak mıydı? Elbette hayır! Hep ben seni teselli edecek değildim ya! Bazen öğretmenlerin de teselliye ihtiyacı olurdu. Başını yaslayacağı bir omuz, gözyaşlarını silecek bir el… Sen ne çok şey olmuştun benim için…
Birbirine çok yakın iki ilçede senin için yıllarımı verdim ben. Diyebilirim ki mesleğimin en güzel yıllarını seninle oralarda yaşadım. Nice güzelliklere imza atmıştık birlikte.
İki haftada bir yayımladığımız duvar gazetemizi burada çıkarmıştık. Ne özverili günlerdi o günler. Cemre burada düşmüştü yüreğimize. Tek sayı yayınlanıp toplatılan dergimizi de burada hazırlamıştık. Hey yıllar! Benim kalemimden çıkan yazıları sen ilk kez burada okumuştun. Heyecanla ve aşkla beklemiştin iki haftada bir o duvar gazetesini ve yazılarımı.
İlk kez bir tiyatro sahnelemenin heyecanını yaşamıştık birlikte. Sahnelediğimizde görmüştük ki bir amatör çalışmanın çok ötesindeydi oyunumuz.
Neredeyse on beş yıl sürdü bu şehirde tanışıklığımız. Bir gün ani bir kararla -bu kaderdir- bu Akdeniz şehrine gelmeye karar verdim. Geldim, yüreğim orada kaldı.
Kadere bak ki bir veda bile edemedim sana. Sen hiç görmedin benim gittiğimi. Kaçar gibi oldu biraz. Bekli böylesi daha iyi olmuştur. Hem ben yıllardır bu ayrılık sahnelerine hiç alışamadım ki! Sen hiç görmedin belki ama içimde deniz oldu gözyaşlarım. Hocalar ağlar mı deme. Görmediysen bilmezsin.
Son kez bu şehirde karşılaştık seninle. Bu şehir çok sıcaktı. Oysa ben ısınamıyordum. Yıllar var ki üşüyor içim. Sadece senin gözlerindeki güneşle bir parça ısınıyordum. Şairin dediği gibi mi desem ben de: “Üşüyorum / Kapama gözlerini.” 1
Son büyüttüğüm fidan sendin. Tam çiçeğe duracaktın. Dermeye fırsat vermediler. Koparıp aldılar seni elimden. Artık bahçeye sokmuyorlar beni. Sen bahçıvan değilsin, diyorlar. Desinler. Çeyrek yüzyıl boyunca yetiştirdiğim güller açmaya ve dünyayı güzelleştirmeye devam ederken ben bahçeye girmiyor / giremiyor olsam ne çıkar! Nihayetinde güllerim kokmaya devam edecek. Zalimlerin saraylarına da ulaşacak kokusu, Yusufların zindanlarına da. Demir parmaklıkların arasından odama dolan koku senin kokun değil mi?
Birazdan son karneni alacaksın. Tekrarı olmayacak bir sahnedir bu. Arkadaşlarına sarılacaksın hıçkırıklar içinde. Orada olsaydım bekli bana da sarılıp ağlamak isteyecektin. Ama ben izin vermeyecektim bana sarılıp ağlamana. Yıllardır hiç izin vermemiştim ki zaten. Allah’a ısmarladık derken bile elini tutmamıştım ben nice kaygılarla.
Şimdi gel ilk kez sarılalım. Bir Sezen şarkısı dudaklarımızda düşelim yollara: “Bu gece son / Biraz sonra bu kapıdan son kez çıkıp / Yine kendimi vuracağım yollara / Kim bilir kaç kez ıslanacak yüzüm // Elimi tut, düşman olma / Ne olur parça parça olmasın içimiz / Mutlu ol, iyi bak kendine / Ne olur gözün arkada kalmasın / Uzun uzun seneler var önünde / Gün gelir sevgilim, acıya alışırsın // Bu gece son…” 2
Dedim ya, sen dünyada yoktun ben seni severken!
Kadere bak ki sen karneni alıp bir okula veda ederken de yanında ben yokum.
Bu yazı 2016-2017 eğitim öğretim yılının son günü olan 9 Haziran 2017’de bir hapishane koğuşunda kaleme alındı. Bu küçük notları okuyucu için değil kendim için buraya iliştiriyorum. Kendi tarihimi unutmayayım diye…