24 Ekim Pazartesi
Pazartesi sendromu olmayan bir haftaya daha başlıyorum. Sendrom ne ki zaten? Niye olur insanlarda?
Sahi pazartesi neydi?
25 Ekim Salı
Parayı icat eden Lidyalılar eminim rahat uyumuyorlar. Düşünsenize bir yenilik ve kolaylık buluyorsunuz ve sizden sonra her şey ona bağımlı hale geliyor. Ve ardınızdan gelen her nesil size rahmet okuyor. Bugünleri öngörememiş olmalılar. Değilse onlar da buldukları şeyi tarihin çöplüğüne gömer, bu kadar çok beddua almazlardı. Para olmadan neredeyse hiçbir şeyin dönmediği bir dünya var artık. “Para her kapıyı açar.” diyorlardı, inanmaya başladım.
26 Ekim Çarşamba
Birbirinin benzeri onlarca gün geçiyor. Ne adı var ne sanı. Pazartesi olsa ne, cuma olsa ne!
53. Uluslararası Antalya Film Festivali
Antalya Film Festivali başladı bitti. Yine her şey benden habersiz oldu. Daha önceki 52 festival gibi. Kim seçildi bilmem. Ama bu yazıyı düzenlerken merak edip baktım. 39 ülkeden 134 film katılmış festivale. Toplamda 43 ödül verilmiş. Bilgilenmiş oldum böylece. Siz de bilgi sahibi değilseniz aşağıdaki listeyi inceleyebilirsiniz.
Uluslararası Yarışma Ödülü:
En İyi Film: Tereddüt (Yeşim Ustaoğlu)
En İyi Yönetmen: Yeşim Ustaoğlu (Tereddüt)
En İyi Erkek Oyuncu: Tamer Nafar (48 Kavşağı)
En İyi Kadın Oyuncu: Ecem Uzun (Tereddüt)
En İyi Senaryo: Açık Kapı (Marina Sereseky)
En İyi Müzik: 48 Kavşağı
İzleyici ödülü: Açık Kapı
Jüri Özel Ödülü: Başkasının Evi
Ulusal Yarışma Ödülü
En İyi Film: Mavi Bisiklet (Ümit Köreken)
En İyi Yönetmen: Ümit Köreken (Mavi Bisiklet)
En İyi Erkek Oyuncu: Menderes Samancılar (Babamın Kanatları)
En İyi Kadın Oyuncu: Ecem Uzun (Tereddüt)
En İyi Senaryo: Ümit Köreken (Mavi Bisiklet )
En İyi Müzik: Burak Korucu (Babamın Kanatları)
İzleyici Ödülü: Babamın Kanatları
Yaşam Boyu Onur Ödülleri
Sümer Tilmaç Antalya Film Destek Fonu: ‘Ay Dede’
Yaşam Boyu Başarı Ödülü: Asghar Farhadi
Yaşam Boyu Başarı Ödülü: Harvey Keitel
Daha fazla bilgi isterseniz festivalin resmî sayfasına bakabilirsiniz. 53. Uluslararası Antalya Film Festivali
28 Ekim Cuma
Yavuz Bülent Bakiler’in şiirlerini topladığı “Harman” adlı eserini gezdiriyorum yanımda epeydir. Okurken zihnime takıldı. Şair 36 doğumlu. Allah uzun ömür versin. Pek çok güzel şiir bıraktı bizlere. Bir gün hak vaki olacak ve göçüp gidecek bu âlemden her insan gibi. Ne kalacak geriye? Bize elbette yazdıkları kalacak. Kendisine? Ev, araba, mal, mülk hiçbiri bizim değil. Kitaplar bizim değil. Şiirler, mısralar bizim değil. Ne korkunç değil mi? Dünyayı böylesine sahiplenen bizler yani bugünün nesli için acımasız bir gerçek, yüzümüze haykırıyor hiçliğimizi.
29 Ekim Cumartesi
Öğrenciler… Yok yok, öğrenciler değil, öğrencilerim… Bir piknikte karşılaştık bir grup öğrencimle bugün. Arkadaşlarımdan, eşten dosttan görmediğim yakınlığı onlar gösteriyorlar. Daha fazlasını bilinmeyen zamanlarda yazmak üzere erteliyorum. Onlar iyi ki varlar.
Görüyor muyuz gerçekten?
Görme özürlü olan oydu. Bastonu ile iz sürerek bindi tramvaya. Bir genç yer verdi. Durak anonslarına kulak kesilmişti. Elinde küçük bir ağaç kasa. Çilek kasası olmalı. Tabi içinde çilek yok. Küçük ıslak mendil paketleri, yara bandı, Japon yapıştırıcı ve çakmak. Ve bir de küçük çanta diğer elinde. Onu da iş yerinin deposu olarak kullanıyor olmalı. Göz göze geldik. Daha doğrusu ben geldim. O da beni sezmiş olmalı. Beynimin içinde binlerce soru dönüyor. Doğuştan mı acaba? Belki sonradan karardı dünyası. Hangisi daha zor bilmiyorum. Bütün âlemi görmüşken, renkleri tanımışken her şeye kapatmak gözlerini. Ya da hiçbir rengi bilmemek. Kapkaranlık bir âlem. Belki de biz öyle olduğunu düşünüyoruz. Gören gözlerin yolunu şaşırdığı bir dünyada onlar her gün kusursuz bir şekilde seyahat ediyorlar. Bir duyusu eksik olanların başka bir hassası gelişir deniyor hep. Belki kalp gözü açıktır. İneceği durak gelince kalkıyor yerinden. Bastonuyla açıyor yolu. Tramvaydan inip akşam karanlığında kaybolup gidiyor. Ve biz ne kadar az şükrediyoruz? Gözleri açık olan bizler her şeye kör müyüz yoksa?
Kısa çöp uzun çöpten hakkını alır elbette.