Sevgili Ümmühan, “Melali anlamayan nesle aşina değiliz” diyordu Ahmet Haşim, “O Belde” adlı şirinde. Hatıra defterleri biraz bunun için var gibidir. Bir kırtasiyeden alırken bu defteri, bütün sevinçleri ağırlamıştın yüreğinde. Yüzünde çiğdemler açmıştı. Hatırlıyorsun değil mi? Zaman geçti. Eskidi. Solan yüzümüz sayfaları da soldurdu bir…
“Bana, bu kalbin kadar temiz sayfayı ayırdığın için teşekkür ederim” diyerek başlayan hatıra defterini sevemedim hiç. Öyle hatıra defterleri var ki, insanı, kalplerinin temizliği konusunda şüpheye düşürüyordu. Lâkin ben dahi öyle başladım söze. Nasihat eden hatıra defterlerini de sevemedim nedense. Zaten hayat bütünüyle bir nasihat…
Sevgili Habibe, Hiç bitmeyen imtihanları geçerek geldik buraya. Ne çok yorulduğumuzu bilmiyor çokları. Bilmesinler. Bilmeleri de gerekmiyor. Kalbimize baksalar göreceklerdi. Bakmadılar, bakmak onların da kalbini yoracaktı çünkü. Üstelik yorgunluğunu aşikâr edecek birileri de yoktu buralarda. Hâsılı yorgunduk. “Yorgunluğumun yaşamak gibi bir anlamı var.”1 diyen şaire hak…
I Bir Bıçağın İki Yüzü Sevgili Tahir, “Neydi bir arada tutan şey ikimizi, birleştiren neydi ellerimizi?”1 Bir okul çatısı altında, bir resmiyetin içinde ne kadar paylaşılırsa hayat, işte o kadardı bizim de paylaştığımız. Ne ki, güzeldi. Düşündüğümüzden, beklediğimizden -belki de beklemediğimizden- daha hızlı sona yaklaşıyor…