“Yatağın sağına götürün beni.” Gözlerini açtığında dudaklarından dökülen ilk cümle buydu. Hareket etmek ister gibi kımıldandı. Baş ucunda duran çocukları hemen müdahale ettiler. “Anne tamam, sakin.” dedi kızı. “Geçti.” Göz göze gelmemeye çalıştı annesiyle. Kardeşi “ne oluyor?” der gibi yüzüne baktı. “Sonra anlatırım.” dedi sessizce.…
Sınıfa girdiğinde tahtaya dev rakamlarla 2024 yazdı. Öğrencilerin şaşkın bakışları arasında bugün 2024 üzerine konuşacağız, dedi. Bir uğultu koptu sınıfta. Hemen hepsi sıra arkadaşına bir şeyler anlatmaya başladı. Hepsinin söyleyecek bir şeyi vardı. Ve hepsi, kendince anlatacağı şeyin en önemli olduğunu düşünüyordu. Tamam dedi, sessiz…
Beklemiyordu. Posta kutusundaki zarfı görünce içi cız etti. Daha üstüne bakmadan anlamıştı kimden geldiğini. Kalınca bir zarftı. İçi dolu zarfları hep o gönderirdi. Sayfalar dolusu yazmış olmalıydı. Bankalardan gelen postaları saymazsa, ondan başka mektup gönderen de yoktu zaten. Elleri titreyerek açtı zarfı. İçinde ne yazdığını…
Kütüphaneden yeni çıkmıştım. İşten eve dönüyordum. Güneş battıktan hemen sonraydı. Gündüzün geceye yenildiği o ince çizgideydi vakit. Babaların kollarının altına iki ekmek kıstırıp muzaffer bir komutan edasıyla evlerine döndüğü, adımların hızlı atıldığı demler… Bense inadına ağır yürüyordum. Her şeye geç kalmış da artık hiçbir şeye…